18 Ocak 2014 Cumartesi

Eflatun (Platon) ve Aristo

Eflatun (Platon) ve İdealizm Düşüncesi

M.Ö. 428-348 yılları arasında yaşamış Atinalı bir düşünür olan Platon, Arap-İslam dünyasında (Arapça- da “p” harfi olmadığı için) Eflatun adıyla bilinir. Soylu bir aileye mensuptur. Ailesinin birçok ferdi gibi o da yöneticilik yapmak istemiş ancak görüşleri dönemin siyaset anlayışıyla çeliştiği için bunu başaramamıştır. Kendi ifadeleriyle, Atina demokrasisinin neden olduğu cehalet, bireycilik ve çıkarcılıkla mücadele etmiştir.

Raffaello'nun çizimi ile Platon

Atinada, Akademia adını verdiği bir okul kurmuş, orada kırk yıl öğretmenlik yapmış, diyaloglardan olu- şan eserler vermiştir. Bu eserlerinde idealizm felsefesini savunmuştur. İdealizm, her türlü varlığı düşüncenin kendisi saymakta, maddi gerçeklere oranla maddi olmayan ilkelerin daha sağlam ve asli bir varlığı olduğunu ileri sürmekte ve maddi gerçeklerin bu ideal varlıklardan türediğini ileri sürmektedir. Bu anlamıyla idealizm, materyalizmin (özdekçilik) karşıtıdır.

Eflatuna göre iki ayrı evren vardır: İdealar evreni ve görüntüler evreni. İdealar evreni öncesi ve sonrası olmayan, değişmeyen ideal varlıkların evrenidir. Görünüşler evreni ise sürekli değişen ve sonlu varlıkların evrenidir. Asıl olan, değişen dolayısıyla mükemmel olmayan şeylerin (yani nesnelerin, görünüşlerin) ar- kasında yer alan mükemmel ve sürekli olan idealardır. Bizim duyularımızla algıladığımız şeyler, ideaların yansımaları veya gölgeleridir.

Eflatun bu iki ayrı evreni, mağara alegorisiyle açıklar: Görüntüler evreninde yaşayan insanlar, bir ma- ğaranın içinde arkaları mağaranın kapısına dönük vaziyette zincirlenmiş varlıklara benzerler. Bu varlıklar, güneşli bir havada mağaranın duvarlarında, kapının önünden gelip geçenlerin ancak gölgelerini görürler. Bu meşhur mağara benzetmesinde Eflatun, insanların tıpkı mağarada yaşayan varlıkla gibi gerçekleri değil, yalnızca bu dünyaya yansıyan gölgeleri görebileceklerini anlatmak ister.




Eflatuna göre “İdeal Devlet” ve Yönetim Biçimleri

Eflatun devleti, yukarıda açıkladığımız idealar düşüncesinden hareketle kurmak ister. Eflatun’un yer- yüzünde kurmak istediği devlet, henüz eşine rastlanmamış; ancak idea olarak mevcut olan bir devlettir. Ona göre insan hayatının temel amacı erdem olmalıdır; bunun topluma yansıması ise adalettir. Eflatun’un haya- lini kurduğu toplumda eğitim, yasaların yerini alacaktır; toplumsal düzen yasalara gerek kalmadan eğitimle sağlanacaktır.

Eflatun’un siyasetle ilgili üç önemli diyalogu vardır: Devlet, Devlet Adamı ve Yasalar.

Devlet adındaki eserde politika ve felsefe arasındaki ilişki açıkça görülür. Eflatuna göre özel ve kamu yaşamını düzene koyacak olan felsefedir. Bu temel düşüncesiyle Eflatun, Sofistlerin şüpheciliğine, kaba ger- çekçiliğine ve içgüdülerine göre yaşama felsefesine karşı çıkar. Ona göre devlet, insanların bir araya gelerek kendi iradeleriyle kurdukları bir kurum değil, bunun çok ötesinde bir şeydir: Devlet, bir bütün, bir orga- nizmadır. Yani devlet büyük ölçekli bir insandır veya tersinden ifade etmek gerekirse insan küçük ölçekli bir devlettir. Yunan düşünürlerinin genel olarak savunduğu Site’nin bireye önceliği fikri Eflatun’un siyaset felsefesinin de temelini teşkil etmektedir. Ona göre Site’nin – kamunun – çıkarları bireyin çıkarlarına göre daha önemlidir. Bu görüş, organizmacı yaklaşımla da uyum içindedir: Organizmacı görüşe göre her birey organizmanın (bütünün) bir hücresi (parçası) olmaktan ibarettir. Birey, tıpkı bir hücre gibi kendine düşen görevi yerine getirmekle yükümlüdür.

Eflatuna göre iyi bir düzen tesis edebilmek için işe Site’nin yöneticilerinden ve askerlerden başlanmalı. Bunların zihnen, ruhen ve bedenen (matematik, müzik ve jimnastikle) çok iyi bir şekilde eğitilmeleri sağlan- malı. Ancak eğitim de yeterli değil; düzen ve adaletin sağlanabilmesi için ayrıca iki kurumun ortadan kaldı- rılması şart: aile ve özel mülkiyet. Site’nin muhafızları (askerler ) toprak ve ev (aile) sahibi olmamalı; bunların geçimleri diğer çalışan sınıflar tarafından sağlanmalı. Eflatun bu düşünceleri ortaya atarak, muhafızların aile ve mülk gibi tutkulardan arındırılmaları ve böylece kendilerini tamamen Siteye adamalarının sağlanmasını amaçlıyordu.

Görüldüğü gibi Eflatun, çeşitli sınıfların var olduğu hiyerarşik bir toplum düzeni öneriyor. En üstte, en başarılı muhafızlar arasından seçilmiş ve başta felsefe olmak üzere çeşitli konularda sıkı eğitimden geçirilmiş filozof-krallar yer almakta. Onları muhafızlar izliyor. Üçüncü sırada ise çiftçiler, zanaatkârlar ve tüccarlar geliyor. Bu sonuncular Site’nin yüksek menfaatleri ile doğrudan ilgili olmadıkları için mülk edinme ve aile kurma hakkına sahipler. Sitede düzen ve adaletin temini için bu farklı sınıfların korunması, yani hiyerarşik toplum yapısının sürdürülmesi gerekmekte.

Eflatun’un ve genel olarak Antik Yunan düşünürlerinin savunduğu hiyerarşik toplum, aynı dönemde bazı eleştirilere maruz kalmıştır. Site-devlete ve onun öngördüğü – hiyerarşik – toplum düzenine karşı çıkan felsefi akımların başında sinizm (kinizm) gelmektedir. Köpek anlamına gelen Yunanca kyon kelimesinden türeyen sinizmin (kinizm) kurucusu Anthisthenes (M.Ö. 444-365)e göre mutluluğa ancak erdemle ulaşılır ve erdem sahibi olmak da ancak dünyevi hazları yadsımakla mümkün olabilir. Sinik düşünürler, zenginliği, aileyi, evliliği, vatandaşlığı ve ünü önemsemezler. Bunların insanı daha değerli kıldığına inanmazlar. Top- lumsal ayrıcalıklara karşı nefret hisleri besleyen sinikler eski çağ anarşistleri olarak kabul edilebilir. Bu nefret, onların toplumsal eşitsizliklere arkalarını dönemeye bu ayrıcalıkların önemini yitirdiği ruhsal bir evrene sı- ğınmalarına yol açmıştır. İmparator İskender’in bir dileği olup olmadığı sorusuna “Gölge etme başka ihsan istemem” karşılığını veren ve bir fıçının içinde yaşayan Sinoplu Diyojen (M.Ö 413-327) sinik düşüncesin en yetkili temsilcilerindendir.

Sinizmle ilgili bu kısa açıklamadan sonra tekrar Eflatuna dönelim. Ona göre, eğitimin ihmal edilmesi veya mülkiyet özlemi yönetimin yozlaşmasına yol açar ve neticede “timokrasi” denilen rejim ortaya çıkar. Savaşçıların diktatörlüğü anlamına gelen timokrasi, zamanla zenginlerin diktatörlüğüne yani “oligarşi”ye dönüşür. Buna tepki olarak ortaya çıkan “demokrasi”nin yozlaşması sonucu ise tek kişinin diktası olan “tira- ni” doğar. Bu sonuncusu, Eflatuna göre en kötü yönetim biçimidir.

Eflatuna göre bir yönetimi iyi veya kötü kılan ölçüt, o yönetimin kendi koyduğu kurallara uyup uyma- masıdır. Monarşi (bir kişinin iktidarı) keyfiliğe dönüşürse tirani olur, aristokrasinin (yani birkaç kişinin ikti- darının) keyfiliği oligarşiyi doğurur, demokrasi (çoğunluğun iktidarı) ise anarşiye dönüşür.

İdeal bir sitenin, yasalara gerek olmadan eğitim yoluyla ve filozoflar tarafından yönetilmesinden yana olduğunu belirttiğimiz Eflatun, hayatının son yıllarında bu fikrini gözden geçirme ihtiyacı duyar. Son eserine “Yasalar adını vermesi dikkat çekicidir. Yaşlı Eflatun bu eserinde önceki görüşlerini bir kenara bırakır ve yasaların gerekliliğinden ve erdeminden bahseder. Ayrıca özel mülkiyet ve aile konusundaki görüşlerini yumuşatır. Yönetim konusunda ise karma bir sistem önerir: bilgeliği ve aklı temsil eden monarşi ile özgürlüğü temsil eden demokrasinin karması.




Aristo’nun Siyasi Düşünceleri

M.Ö. 384-322 yılları arasında yaşayan Aristo (tam adıyla Aristoteles), Eflatun’un Akademiadaki derslerini takip eden öğrencilerindendir. Hocasının ölümünün ardından Lise adını verdiği kendi okulunu kurmuş- tur. Üstadı Eflatun gibi Aristo da idealist bir düşünürdür. Ancak hocasının, soyut ve genel nitelikteki ideaları bağımsız bir gerçeklik gibi tanımasını ve sadece onları gerçek olarak kabul etmesini eleştirir. Aristoya göre bu genel nitelikler ancak somut şeylerin sıfatı oldukları ölçüde gerçeklik taşırlar. İdealar, varlıkların içinde yer alan “öz”lerdir. Kısaca Aristo, Eflatuna göre daha somut bir düşünce geliştirmeye gayret eder. Gözlem yöntemine önem verdiği için siyaset biliminin babası sayılır.

Aristo da ideal devlet nedir? sorusuna cevap aramıştır. Fakat o, bu soruya somut bir hareket noktasından kalkarak cevap aramıştır: anayasalar. Aristo Yunan sitelerinin anayasalarını incelemiş ve ideal devletin nasıl olması gerektiğine bu metinlerden hareket ederek cevap aramıştır. Bu tavır, onun gözlemci yöntemi benimse- miş olduğunun en çarpıcı kanıtıdır.

Aristoya göre devletin amacı her şeyden önce birliği sağlamaktır. Devletin amacı konusunda Eflatunla hemfikir olsa da ondan ayrıldığı noktalar da mevcuttur: Aristo, devletin birliğini sağlayabilmek için yönetici sınıfa özel mülkiyet ve aile kurma yasağı getirilmesine gerek olmadığına inanır.

Aristo şu noktada da hocasıyla hemfikirdir: Toplumda farklı kesimler arasında önemli servet farklarının olması devletin birlik ve bütünlüğü için bir tehlikedir. Fakat Aristo bu tehlikenin bertaraf edilmesi için özel mülkiyetin kaldırılmasını önermez. Ona göre dengeyi sağlayacak olan orta sınıftır. Toplumun iyi yönetilmesi ancak orta sınıfın güçlü olmasıyla mümkündür.

Politika adlı eserinde Aristo siyaset bilimi için son derece merkezi bir önem taşıyan şu soruyu sora ve yanıtlamaya çalışır: “Üstünlük” veya diğer bir deyişle “egemenlik” hangi ilkeyle tesis edilmelidir? Bu ilkeleri sırasıyla tartışır: çoğunluk, belli bir aileye mensup olmak (asalet), zenginlik, askeri cesaret, bilim, erdem, deha. Egemenlik çoğunluğa mı, her zaman azınlıkta kalan şekçin kişilere mi, çeşitli yetenekleri olan deha sahibi kimselere mi ait olmalı? Bu soruya Aristo egemenliğin çoğunluğa ait olması gerekliliğini belirterek cevap ve- rir ancak neticede adaletin bu ilkelerin hiç biriyle tam manasıyla sağlanamayacağını da belirtir.

Egemenliği ellerinde tutanların hiçbir zaman aşırılığa kaçmamaları için tek yol yasaların üstünlüğünü sağlamaktır. Bunun için de Aristo yazılı olmayan hukuku (teamül hukukunu) yazılı hukuktan daha güçlü ve önemli addeder.

Aristoya göre “insan siyasi bir hayvandır” ve tabiatı gereği toplum içinde yaşamak durumundadır. Öy- leyse amaç toplum olarak iyi yaşamanın sağlanmasıdır. Bunun sağlanabilmesi içinse iyi vatandaşlara ihtiyvardır. İyi bir Site için iyi vatandaşlar gereklidir. Son tahlilde önemli olan, amaç olan Sitedir; birey (vatandaş) ise iyi bir Site için araçtır. Bu düşünce, bütünün parçadan üstün olduğu inancından kaynaklanmaktadır.

Peki, Aristoya göre vatandaş kimdir? Vatandaş, yönetime ve adaletin sağlanmasına katkı sağlayan kim- sedir. Bu fonksiyonel bir tanımdır ve Atinada uygulanan doğrudan demokrasiye uygun düşmektedir. Vatan- daş bir yandan yönetir, diğer yandan emirlere boyun eğer. Emirler, yazılı ve yazılı olmayan yasalardır.

Aristoya göre eşitlik ve özgürlük doğal bir durum değildir. Doğal olan insanlar ararı eşitsizliktir ve bu tartışma konusu bile yapılamaz. Emir sahibi olan Yunalı komutandır, Barbar ise itaat etmekle yükümlüdür. Kadınların iradesi – köleler kadar olmasa da sınırlıdır ve onlar da buyruk altındadırlar. Bu tür eşitsizlikler, baba-çocuk ilişkisinde söz konusu olan eşitsizlik durumu gibidir: Babanın çocuk üzerinde hakları olduğu gibi, bir grup insanın diğer bir grup üzerinde de hakkı vardır.

Aristo’nun yukarıda özetlediğimiz görüşleri, onun toplum içindeki eşitsizlikleri meşrulaştıran organiz- macı bir düşünceyi savunduğunu gösterir. Ayrıca, ilk toplumun aile olduğunu, bunu köy ve daha sonra da şehir toplumlarının takip ettiğini söyleyerek insanlığın tekâmül ettiğini, olgunlaştığını, geliştiğini ileri sürer. Böylece Aristo, 19. yüzyılla ilgili ileriki derslerimizde daha ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz “ilerlemeci tarih” anlayışının temellerini atar.


Aristoya göre İdeal Devlet ve Yönetim Biçimleri

Aristo devletin üç ayrı işlevi olduğunu belirtir: yasama, yürütme ve yargı. O da tıpkı hocası Eflatun gibi, ideal devletin gerçekleşebilmesi için maddi bir dizi şartın yerine getirilmesini gerekli görür. Yüzölçümü ve nüfus konusunda bazı sınırlamalar olması gerektiğini ileri sürer. Devlet, kendi kendine yetebilmesi bakımın- dan ne çok küçük ne de çok büyük olmalıdır. Fazla küçük olursa ekonomi ve savunma açısından zorluklarla karşılaşabilir. Aşırı büyük olursa da yönetilmesi güçleşir.

Hatırlanacağı gibi Eflatun üçü iyi (monarşi, aristokrasi, demokrasi), üçü kötü (tirani, oligarşi, anarşi) ol- mak üzere altı yönetim biçimi saymaktaydı. İyi yönetim biçimlerinin kötü yönetimlere dönüşmesin nedeni, yöneticilerin kendi koydukları kurallara uymaması, keyifleri doğrultusunda bir yönetim sergilemeleriydi. Aristo da aynı ayrımı yapar fakat ona göre ölçü kamu çıkarıdır, yani genelin çıkarı. Yöneticiler ancak genel çıkarlara uygun hareket ederlerse o yönetim iyi bir yönetim olabilir.

Aristoya göre üç iyi (meşru) yönetim biçimi “monarşi”, “aristokrasive bir tür ılımlı demokrasi olan “polisi”dir. Monarşinin yozlaşmasından “tirani” doğar. Tek bir kişinin güç kullanarak ve kurnazlıkla kendi çıkarını sağlamaya çalışmasıdır. Aristokrasinin bozulması neticesinde “oligarşi” doğar. Varlıklıların kendi çı- karlarını korumak amacıyla sergiledikleri devlet yönetimidir. Polisi bozulduğu takdirde “demokrasi” ortaya çıkar. Demokrasi, Aristoya göre, sayıca çok olan yoksulların devleti kendi çıkarlarına uygun olarak yönetme- sidir.

Aristo’nun siyasi düşüncelerinin temel özelliğinin ılımlılık/ölçü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ona göre monarşi, aristokrasi ve polisi ılımlı/ölçülü bir şekilde uygulandığı takdirde iyi birer yönetim şekilleridir. Aşırıya kaçıldığında ise bu üç yönetim biçimi kötü yönetimlere dönüşür. Ölçülülük, onun orta sınıfa verdi- ği önemde de kendini gösterir. Nitekim polisi de orta sınıfın yönetimidir ve ancak demokrasi ile oligarşinin sentezinden meydana gelecek bir karma anayasayla gerçekleşebilir. Orta sınıfın, yoksul ve varlıklı sınıflardan daha güçlü olduğu bir toplumda uygulanacak bu karma anayasa dahi Aristoya göre kusursuz değil, “kötülerin en iyisi”dir.

Eflatun’un savunduğu idealizm felsefesine göre, bütün varlıklar aslında düşüncenin kendisi- dir. Maddi gerçeklere (nesneler ) oranla maddi olmayan ilkeler (idealar ) daha sağlam ve asli bir var- lığa sahiptirler. Maddi gerçekler bu ideal varlıklardan türemişlerdir. Asıl olan, değişen – dolayısıyla mükemmel olmayan – şeylerin (yani nesnelerin, görünüşlerin) arkasında yer alan mükemmel ve sürekli olan idealardır. İnsanların duyularıyla algıladığı şeyler, ideaların yansımaları veya gölgele- ridir. Eflatun’un yeryüzünde kurmak istediği devlet, henüz eşine rastlanmamış; ancak idea olarak mevcut olan bir devlettir. Ona göre insan hayatının temel amacı erdem; bunun topluma yansıması ise adalettir. Yasaların yerini eğitim almalıdır ve toplumsal düzen yasalara gerek kalmadan eğitimle sağlanmalıdır. 

Eflatun ve Aristo için asıl önemli olan Sitedir; birey (vatandaş) ise iyi bir Site için araçtır. Her ikisi de genel çıkarların bireysel çıkarlardan önce gelmesi gerektiğini savunmuşlardır. Ancak Aristo, üstadı Eflatundan farklı olarak yasaları çok daha fazla önemser ve egemenliği ellerinde tutanların aşırılığa kaçmamaları için yasaların herşeyin üstünde olması gerektiğini savunur.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder