Eflatun (Platon) ve
İdealizm Düşüncesi
M.Ö. 428-348
yılları arasında yaşamış Atinalı bir düşünür olan Platon,
Arap-İslam dünyasında (Arapça-
da “p” harfi olmadığı için) Eflatun adıyla bilinir. Soylu bir aileye mensuptur.
Ailesinin birçok ferdi gibi o da
yöneticilik yapmak istemiş ancak
görüşleri dönemin siyaset anlayışıyla çeliştiği için bunu başaramamıştır.
Kendi ifadeleriyle, Atina
demokrasisinin neden olduğu cehalet, bireycilik ve çıkarcılıkla mücadele etmiştir.
Raffaello'nun çizimi ile Platon
Atina’da, Akademia adını
verdiği bir okul kurmuş,
orada kırk yıl öğretmenlik yapmış, diyaloglardan olu- şan
eserler vermiştir. Bu eserlerinde idealizm felsefesini savunmuştur. İdealizm, her türlü varlığı düşüncenin kendisi saymakta, maddi gerçeklere oranla maddi olmayan ilkelerin daha sağlam ve asli bir varlığı
olduğunu ileri sürmekte ve maddi
gerçeklerin bu ideal
varlıklardan türediğini ileri sürmektedir. Bu anlamıyla idealizm,
materyalizmin (özdekçilik)
karşıtıdır.
Eflatun’a göre iki ayrı evren vardır: İdealar evreni ve görüntüler evreni.
İdealar evreni öncesi ve sonrası
olmayan, değişmeyen ideal varlıkların evrenidir. Görünüşler evreni ise sürekli değişen ve sonlu varlıkların
evrenidir. Asıl olan, değişen
– dolayısıyla mükemmel olmayan – şeylerin (yani nesnelerin, görünüşlerin) ar- kasında yer alan
mükemmel ve sürekli olan idealardır.
Bizim duyularımızla algıladığımız şeyler,
ideaların yansımaları veya
gölgeleridir.
Eflatun bu iki ayrı evreni,
mağara alegorisiyle açıklar: Görüntüler evreninde yaşayan insanlar,
bir ma- ğaranın içinde arkaları mağaranın
kapısına dönük vaziyette zincirlenmiş varlıklara benzerler.
Bu varlıklar, güneşli bir havada mağaranın
duvarlarında, kapının
önünden gelip geçenlerin ancak gölgelerini görürler. Bu meşhur mağara benzetmesinde Eflatun, insanların tıpkı mağarada yaşayan varlıkla gibi gerçekleri değil, yalnızca
bu dünyaya yansıyan gölgeleri görebileceklerini anlatmak
ister.
Eflatun’a göre “İdeal
Devlet” ve Yönetim Biçimleri
Eflatun devleti, yukarıda
açıkladığımız idealar düşüncesinden hareketle kurmak ister. Eflatun’un
yer- yüzünde kurmak istediği devlet, henüz eşine rastlanmamış; ancak idea
olarak mevcut olan bir devlettir. Ona göre
insan hayatının temel amacı erdem olmalıdır;
bunun topluma yansıması ise adalettir. Eflatun’un haya- lini kurduğu
toplumda eğitim, yasaların yerini alacaktır; toplumsal düzen yasalara gerek kalmadan eğitimle
sağlanacaktır.
Eflatun’un siyasetle
ilgili üç önemli diyalogu vardır: Devlet,
Devlet Adamı ve Yasalar.
Devlet adındaki eserde politika ve felsefe
arasındaki ilişki açıkça görülür. Eflatun’a
göre özel ve kamu yaşamını düzene koyacak olan felsefedir. Bu temel düşüncesiyle Eflatun, Sofistlerin şüpheciliğine, kaba ger- çekçiliğine ve içgüdülerine göre yaşama
felsefesine karşı çıkar. Ona göre devlet,
insanların bir araya gelerek kendi
iradeleriyle kurdukları bir kurum
değil, bunun çok ötesinde bir şeydir: Devlet,
bir bütün, bir orga- nizmadır. Yani devlet büyük ölçekli
bir insandır veya tersinden ifade
etmek gerekirse insan küçük ölçekli bir devlettir. Yunan düşünürlerinin genel olarak savunduğu
Site’nin bireye önceliği fikri Eflatun’un siyaset felsefesinin de temelini teşkil
etmektedir. Ona göre Site’nin – kamunun – çıkarları bireyin çıkarlarına göre daha önemlidir. Bu görüş, organizmacı yaklaşımla da uyum içindedir: Organizmacı
görüşe göre her birey organizmanın (bütünün) bir hücresi (parçası) olmaktan
ibarettir. Birey, tıpkı bir hücre gibi kendine düşen görevi
yerine getirmekle yükümlüdür.
Eflatun’a göre
iyi bir düzen tesis edebilmek
için işe Site’nin
yöneticilerinden ve askerlerden başlanmalı. Bunların zihnen,
ruhen ve bedenen (matematik, müzik ve jimnastikle) çok iyi bir şekilde
eğitilmeleri sağlan- malı. Ancak eğitim de yeterli
değil; düzen ve adaletin
sağlanabilmesi için ayrıca iki kurumun
ortadan kaldı- rılması şart: aile ve özel mülkiyet. Site’nin muhafızları (askerler ) toprak ve ev (aile) sahibi olmamalı;
bunların geçimleri diğer çalışan sınıflar tarafından sağlanmalı. Eflatun
bu düşünceleri ortaya atarak,
muhafızların aile ve mülk gibi
tutkulardan arındırılmaları ve böylece kendilerini tamamen Site’ye
adamalarının sağlanmasını amaçlıyordu.
Görüldüğü gibi Eflatun,
çeşitli sınıfların var olduğu hiyerarşik
bir toplum düzeni öneriyor. En üstte, en başarılı muhafızlar arasından seçilmiş
ve başta felsefe olmak üzere çeşitli
konularda sıkı eğitimden
geçirilmiş filozof-krallar yer almakta.
Onları muhafızlar izliyor.
Üçüncü sırada ise çiftçiler, zanaatkârlar ve tüccarlar geliyor. Bu sonuncular Site’nin
yüksek menfaatleri ile doğrudan ilgili olmadıkları için mülk edinme ve aile kurma hakkına sahipler. Site’de düzen ve adaletin temini için bu farklı sınıfların korunması, yani hiyerarşik
toplum yapısının sürdürülmesi
gerekmekte.
Eflatun’un ve genel olarak Antik Yunan düşünürlerinin savunduğu
hiyerarşik toplum,
aynı dönemde bazı eleştirilere maruz kalmıştır. Site-devlete ve onun öngördüğü – hiyerarşik – toplum düzenine karşı çıkan felsefi akımların
başında sinizm (kinizm)
gelmektedir. Köpek anlamına
gelen Yunanca kyon kelimesinden türeyen sinizmin (kinizm)
kurucusu Anthisthenes (M.Ö.
444-365)’e göre mutluluğa ancak
erdemle ulaşılır ve erdem sahibi olmak da ancak dünyevi hazları yadsımakla mümkün olabilir. Sinik düşünürler, zenginliği,
aileyi, evliliği, vatandaşlığı ve ünü önemsemezler. Bunların insanı daha değerli kıldığına
inanmazlar. Top- lumsal ayrıcalıklara karşı
nefret hisleri besleyen sinikler
eski çağ anarşistleri olarak kabul edilebilir. Bu nefret, onların
toplumsal eşitsizliklere arkalarını dönemeye
bu ayrıcalıkların önemini yitirdiği ruhsal bir evrene sı- ğınmalarına yol
açmıştır. İmparator İskender’in bir
dileği olup olmadığı sorusuna “Gölge etme başka ihsan istemem” karşılığını veren ve
bir fıçının içinde yaşayan Sinoplu Diyojen (M.Ö 413-327) sinik
düşüncesin en yetkili
temsilcilerindendir.
Sinizmle ilgili bu kısa açıklamadan sonra tekrar Eflatun’a
dönelim. Ona göre, eğitimin ihmal edilmesi
veya
mülkiyet özlemi yönetimin yozlaşmasına
yol açar ve neticede “timokrasi”
denilen rejim ortaya çıkar. Savaşçıların diktatörlüğü anlamına gelen
timokrasi, zamanla zenginlerin diktatörlüğüne yani
“oligarşi”ye dönüşür. Buna tepki olarak ortaya çıkan “demokrasi”nin yozlaşması sonucu ise tek kişinin
diktası olan “tira- ni” doğar. Bu sonuncusu, Eflatun’a göre
en kötü yönetim biçimidir.
Eflatun’a göre bir yönetimi iyi veya kötü kılan ölçüt, o yönetimin
kendi koyduğu kurallara
uyup uyma- masıdır. Monarşi (bir kişinin iktidarı) keyfiliğe dönüşürse tirani olur, aristokrasinin (yani birkaç
kişinin ikti- darının)
keyfiliği oligarşiyi doğurur, demokrasi
(çoğunluğun iktidarı) ise anarşiye
dönüşür.
İdeal bir
sitenin, yasalara gerek olmadan
eğitim yoluyla ve filozoflar tarafından yönetilmesinden yana olduğunu belirttiğimiz Eflatun, hayatının son yıllarında bu fikrini gözden
geçirme ihtiyacı duyar. Son eserine
“Yasalar ” adını vermesi dikkat çekicidir. Yaşlı Eflatun bu eserinde önceki görüşlerini bir kenara bırakır
ve yasaların gerekliliğinden ve erdeminden
bahseder. Ayrıca özel mülkiyet ve aile konusundaki görüşlerini yumuşatır. Yönetim konusunda ise karma bir sistem önerir:
bilgeliği ve aklı temsil
eden monarşi ile özgürlüğü
temsil eden demokrasinin karması.
Aristo’nun
Siyasi Düşünceleri
M.Ö. 384-322
yılları arasında yaşayan Aristo (tam adıyla Aristoteles), Eflatun’un Akademia’daki derslerini takip eden öğrencilerindendir.
Hocasının ölümünün ardından Lise adını verdiği
kendi okulunu kurmuş- tur. Üstadı Eflatun
gibi Aristo da idealist bir düşünürdür. Ancak
hocasının, soyut ve genel
nitelikteki ideaları bağımsız bir gerçeklik gibi tanımasını ve sadece onları gerçek olarak kabul etmesini eleştirir. Aristo’ya göre bu genel nitelikler ancak somut şeylerin sıfatı oldukları ölçüde gerçeklik taşırlar. İdealar, varlıkların içinde yer alan “öz”lerdir. Kısaca Aristo, Eflatun’a göre daha somut bir düşünce geliştirmeye gayret eder. Gözlem
yöntemine önem verdiği için siyaset biliminin babası sayılır.
Aristo da ideal devlet nedir?
sorusuna cevap aramıştır. Fakat
o, bu soruya somut
bir hareket noktasından kalkarak cevap aramıştır:
anayasalar. Aristo Yunan sitelerinin anayasalarını incelemiş
ve ideal devletin nasıl
olması gerektiğine bu metinlerden hareket
ederek cevap aramıştır. Bu tavır, onun gözlemci yöntemi
benimse- miş olduğunun en çarpıcı kanıtıdır.
Aristo’ya
göre devletin amacı her şeyden önce
birliği sağlamaktır. Devletin amacı
konusunda Eflatun’la hemfikir olsa da ondan ayrıldığı noktalar
da mevcuttur: Aristo,
devletin birliğini
sağlayabilmek için yönetici
sınıfa özel mülkiyet ve aile kurma yasağı getirilmesine gerek olmadığına inanır.
Aristo şu noktada da hocasıyla hemfikirdir: Toplumda
farklı kesimler arasında
önemli servet farklarının
olması devletin birlik ve bütünlüğü
için bir tehlikedir. Fakat Aristo bu tehlikenin bertaraf edilmesi için özel
mülkiyetin kaldırılmasını önermez. Ona göre dengeyi
sağlayacak olan orta sınıftır. Toplumun iyi yönetilmesi ancak orta sınıfın güçlü
olmasıyla mümkündür.
Politika adlı eserinde Aristo siyaset bilimi için son derece merkezi
bir önem taşıyan şu soruyu sora ve yanıtlamaya çalışır: “Üstünlük” veya diğer bir deyişle “egemenlik” hangi ilkeyle tesis edilmelidir? Bu ilkeleri sırasıyla tartışır: çoğunluk,
belli bir aileye mensup olmak (asalet),
zenginlik, askeri cesaret,
bilim, erdem, deha. Egemenlik çoğunluğa mı, her zaman
azınlıkta kalan şekçin kişilere mi, çeşitli yetenekleri
olan deha sahibi kimselere mi ait olmalı?
Bu soruya Aristo egemenliğin çoğunluğa ait olması
gerekliliğini belirterek cevap
ve- rir ancak neticede adaletin bu
ilkelerin hiç biriyle tam manasıyla sağlanamayacağını da belirtir.
Egemenliği
ellerinde tutanların hiçbir zaman
aşırılığa kaçmamaları için tek yol yasaların
üstünlüğünü sağlamaktır. Bunun için de Aristo
yazılı olmayan hukuku (teamül hukukunu) yazılı
hukuktan daha güçlü ve önemli
addeder.
Aristo’ya
göre “insan siyasi bir hayvandır” ve
tabiatı gereği toplum içinde yaşamak
durumundadır. Öy- leyse amaç toplum olarak iyi yaşamanın
sağlanmasıdır. Bunun sağlanabilmesi içinse iyi vatandaşlara ihtiyaç
vardır. İyi bir Site için iyi vatandaşlar gereklidir. Son tahlilde
önemli olan, amaç olan Site’dir; birey
(vatandaş) ise iyi bir Site
için araçtır. Bu düşünce, bütünün parçadan üstün olduğu inancından kaynaklanmaktadır.
Peki, Aristo’ya göre vatandaş kimdir?
Vatandaş, yönetime
ve adaletin sağlanmasına katkı sağlayan kim-
sedir. Bu fonksiyonel bir tanımdır
ve Atina’da uygulanan doğrudan demokrasiye uygun düşmektedir. Vatan- daş bir yandan yönetir, diğer yandan emirlere boyun eğer. Emirler, yazılı ve
yazılı olmayan yasalardır.
Aristo’ya
göre eşitlik ve özgürlük doğal bir
durum değildir. Doğal olan insanlar ararı eşitsizliktir ve bu tartışma konusu bile yapılamaz.
Emir sahibi olan Yunalı komutandır, Barbar ise itaat etmekle yükümlüdür.
Kadınların iradesi – köleler
kadar olmasa da – sınırlıdır ve onlar da buyruk altındadırlar. Bu tür eşitsizlikler, baba-çocuk ilişkisinde söz
konusu olan eşitsizlik durumu gibidir: Babanın çocuk üzerinde hakları olduğu
gibi, bir grup insanın diğer bir grup üzerinde de hakkı vardır.
Aristo’nun
yukarıda özetlediğimiz görüşleri,
onun toplum içindeki eşitsizlikleri meşrulaştıran
organiz- macı bir düşünceyi
savunduğunu gösterir. Ayrıca, ilk toplumun aile olduğunu, bunu köy ve daha sonra da şehir
toplumlarının takip ettiğini söyleyerek insanlığın tekâmül ettiğini, olgunlaştığını, geliştiğini ileri sürer. Böylece Aristo,
19. yüzyılla ilgili ileriki derslerimizde daha ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz
“ilerlemeci tarih” anlayışının
temellerini atar.
Aristo’ya
göre İdeal Devlet ve Yönetim Biçimleri
Aristo devletin üç ayrı işlevi
olduğunu belirtir: yasama, yürütme
ve yargı. O da tıpkı hocası Eflatun
gibi, ideal devletin
gerçekleşebilmesi için maddi bir dizi şartın yerine
getirilmesini gerekli görür. Yüzölçümü ve
nüfus konusunda bazı sınırlamalar olması
gerektiğini ileri sürer.
Devlet, kendi
kendine yetebilmesi bakımın- dan ne çok küçük ne de çok büyük olmalıdır. Fazla
küçük olursa ekonomi ve savunma
açısından zorluklarla karşılaşabilir. Aşırı
büyük olursa da yönetilmesi güçleşir.
Hatırlanacağı gibi Eflatun üçü iyi (monarşi,
aristokrasi, demokrasi), üçü kötü (tirani,
oligarşi, anarşi) ol- mak üzere altı yönetim biçimi
saymaktaydı. İyi yönetim biçimlerinin kötü yönetimlere dönüşmesin nedeni,
yöneticilerin kendi koydukları kurallara uymaması, keyifleri doğrultusunda bir yönetim
sergilemeleriydi. Aristo da aynı ayrımı yapar fakat ona göre ölçü kamu çıkarıdır, yani genelin çıkarı. Yöneticiler ancak
genel çıkarlara uygun hareket ederlerse o yönetim iyi bir yönetim olabilir.
Aristo’ya
göre üç iyi (meşru) yönetim biçimi “monarşi”, “aristokrasi” ve bir tür ılımlı demokrasi olan “polisi”dir.
Monarşinin yozlaşmasından “tirani” doğar.
Tek
bir kişinin güç kullanarak ve
kurnazlıkla kendi çıkarını sağlamaya çalışmasıdır. Aristokrasinin bozulması neticesinde “oligarşi” doğar. Varlıklıların kendi
çı- karlarını korumak amacıyla
sergiledikleri devlet yönetimidir.
Polisi bozulduğu takdirde “demokrasi” ortaya
çıkar. Demokrasi, Aristo’ya göre, sayıca çok olan yoksulların devleti kendi çıkarlarına uygun olarak yönetme- sidir.
Aristo’nun siyasi düşüncelerinin temel özelliğinin
ılımlılık/ölçü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ona göre monarşi,
aristokrasi ve polisi ılımlı/ölçülü bir şekilde uygulandığı takdirde iyi birer yönetim şekilleridir. Aşırıya kaçıldığında ise bu üç yönetim biçimi kötü yönetimlere dönüşür. Ölçülülük, onun orta sınıfa verdi- ği önemde de kendini gösterir.
Nitekim polisi de orta sınıfın yönetimidir ve
ancak demokrasi ile oligarşinin sentezinden
meydana gelecek bir karma anayasayla gerçekleşebilir. Orta sınıfın, yoksul
ve varlıklı sınıflardan daha güçlü olduğu bir toplumda uygulanacak bu karma anayasa dahi Aristo’ya göre kusursuz değil, “kötülerin en iyisi”dir.
Eflatun ve Aristo için asıl önemli olan Site’dir; birey (vatandaş) ise iyi bir Site için araçtır. Her ikisi de genel çıkarların bireysel çıkarlardan önce gelmesi gerektiğini savunmuşlardır. Ancak Aristo, üstadı Eflatun’dan farklı olarak yasaları çok daha fazla önemser ve egemenliği ellerinde tutanların aşırılığa kaçmamaları için yasaların herşeyin üstünde olması gerektiğini savunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder