Eski
Yunan Düşünürleri ve Demokrasi
Eleştirileri
Siyasi düşünce ile toplumsal ve ekonomik hayat arasında doğrudan bir ilişki vardır. Farklı – eleştirel – siyasi
düşüncelerin ortaya çıkması
toplumsal ve iktisadi değişimlerle
eşanlıdır. M.Ö. V. yüzyılın
sonlarından itibaren demokrasinin eleştirilmeye
başlanması, demokrasi karşıtı düşüncelerin belirmesi Yunan sitelerinde ortaya çıkan toplumsal ve ekonomik gelişmelerle paralellik arz etmektedir. Dönemin
düşünürlerinden Kse- nofon, demokrasinin bölünmelere ve disiplinsizliğe yol açtığını, yöneticilerin genellikle yeteneksiz kişiler ol- duklarını ileri sürmüş, Isparta’daki otoriter
rejimi yüceltmiştir. Eflatun
ise çoğunluğun kararlarının her zaman adil
olmadığını savunmuştur.
Ne olmuştur da
Yunan demokrasisi giderek anarşiye
dönüşmüş ve eleştirilere maruz
kalmıştır? Kseno- fon (M.Ö. 430-355)’un Atina Sitesi’ndeki gelişmelere dair analizi bu soruya cevap niteliğindedir. Tarihçi, filo- zof
ve aynı zamanda asker olan Ksenofon’a göre Atina, varlığını ve gücünü denizciler ve gemi yapımcılarına borçlu bir siteydi.
Denizciler, giderek artan toplumsal ve ekonomik ağırlıklarına paralel olarak
yönetimde daha fazla söz sahibi olmak istemişlerdir. Bu amaç doğrultusunda eski toprak aristokrasine karşı
mücadele veren denizciler site vatandaşlarının da önemli bir kısmını yanlarına çekmeyi
başarmışlardır. Denizciler züm- resi
ile site vatandaşlarının toprak aristokrasisine karşı yürüttükleri ortak mücadele, ilerleyen derslerimizde göreceğimiz başka bir durumu hatıra getirmektedir: Feodaliteye karşı savaşan burjuvazi ve bunların yanında
yer alan ezilen köylü sınıfı ile manifaktür1 işçilerinin ortak mücadelesi.
xenophon
Ticaret yapan denizcilerin iktidara ortak olmaları
demokrasinin ortaya çıkışına vesile olmuştur. Ancak zamanla, iktidara gelen
tüccarların çıkarlarıyla çoğunluğun
çıkarları arasında çelişkilerin belirmesi, öte yan- dan toprak aristokrasisinin hoşnutsuzluğu demokrasinin eleştiri
oklarına hedef olması
sonucunu doğurmuş- tur. Bu eleştirilerden bir kısmı demokrasiyi toptan reddetme eğilimindeyken, bazıları da demokrasinin aşırı- lıklarının giderilmesi için reformlar tavsiye etmiştir.
O dönemde
demokrasiye eleştiri
yönelten en önemli
düşünürlerden biri şüphesiz
Eflatun’dur. Eflatun’un demokrasi karşısındaki tavrı, yukarıda bahsettiğimiz ikinci tür eleştirilere güzel bir örnek teşkil eder: Eflatun,
bir dizi reform ile demokrasinin olumsuz yanlarının
ve aşırılıklarının giderilebileceği
düşüncesini savunur. Eflatun’un görüşlerine gelmeden
önce, Yunan düşüncesinin farklı boyutlarını ve günümüze
olan yansımalarını görmemizi sağlayacak
Herakleitos ve Sofistlerin görüşlerine temas etmekte fayda ver.
Herakleitos:
“Bir nehirde iki kez yıkanılmaz”
M.Ö. 540-480
yıllar arasında yaşamış olan Efesli Herakleitos eşitliğe ve dolayısıyla demokrasiye inanma-
yan
bir düşünürdür. Ona göre halk anlayışsız ve her şeyin dış görünüşüne aldanan
bir yığından ibarettir. Bu düşünceleri ile Herakleitos’u seçkinci (elitist) bir düşünür
olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Yani yönetim, eşit kabul edilen vatandaşlara bırakılmaması gereken bir iştir. Bu önemli görev seçkin (elit) bir azınlığın hakkı olmalıdır.
1 Zanaat üretiminin, bir sermayedarın örgütlediği iş yerinde belli bir işbölümü
içinde yapıldığı üretim şeklidir. Üretim el emeğiyle
çalışan işçiler tarafından, herkesin bağımsız bir bölümünü ürettiği veya bütün
üretim sürecini yüklendiği iki ayrı biçimde de yürütülür. Zanaatkârlıktan sanayileşmeye geçiş evresini oluşturan
manifaktür üretiminde makine önemli bir yer tutmaz.
Efesli Heraklitos
Herakleitos’un
bizim için asıl önemi, yakın dönem
siyasi düşüncesine yaptığı etkiyle ilgilidir. 19. yüz- yılda, önce Hegel’in ortaya koyduğu, ardından Marks’ın geliştirdiği diyalektik (eytişim) yönteminin kökleri Herakleitos
düşüncesinde bulunmaktadır.
Herakleitos’a göre evren sürekli
bir oluş, bir süreçtir. Bu süreçte
zıtlıklar sürekli olarak
çatışır, birbirini izlerler. Evrende
duran ve kalan bir şey yoktur: sıcak
soğuk olur, soğuk
ise sıcak; yaş kuru olur, kuru da yaş. Efesli düşünürün ünlü deyimiyle: “Aynı
nehirde iki kez yıkanılmaz”. Çünkü sular
değişir, akıp gider. Bugünkü nehir artık dünkü nehir değildir, sadece görünüşte dünküne ben- zer.
Sofizm Nedir?
Sofistler Nasıl
Bir Devlet Savunurlar?
Sofizm, Atina’nın siyasi ve kültürel olarak geliştiği,
demokratik bir düzenin kurulduğu dönemde ortaya çıkan
bir düşünce akımıdır.
Sofistler, demokratik düzenin
gerekleri nasıl yerine getirilir
sorusuna cevap ara-
mışlardır.
Sofistlerin en belirgin
özelliği hitabet, yani etkili söz söyleme sanatına
verdikleri önemdir.
Onlara göre, vatandaşların dönüşümlü olarak yöneticilik yaptığı, yasaların
hazırlanma sürecine katıldığı “doğrudan de- mokrasi” düzeninde insanlar her şeyden önce güzel ve etkili söz söyleme
yeteneğine sahip olmalıdırlar. Bu, insanın karşısındakini inandırabilmesi
için gereklidir.
Sofistlerin bu inancı onların şüpheci
ve rölativist (göreci) olma özellikleriyle uyumluydu. Onlara göre,
herkes için geçerli olan objektif
(nesnel) bir gerçek söz konusu olmaz.
Sofistlerin en meşhur ve kurucu filo-
zoflarından Protagoras’a göre “insan
her şeyin, var olan şeylerin var olduklarının ve var olmayan şeylerin var
olmadıklarının, ölçüsüdür ”. Diğer bir ifadeyle, doğru
olan şey, şu anda algılanan, duyulan,
istenen ve özlenen
şeydir. Bir şeyin doğru olması demek, o şeyin her hangi bir kimseye doğru görünmesi demek. Sofistler, herkes
için geçerli olacak genel ve kesin
bir bilginin olanaksızlığını göstermeye
çalışmışlardır.
Bu anlamda, Sofistler
Tanrı inancı ve evrenin kökenleri
konusunda da insandan insana değişen farklı
gerçeklerin olabileceğini savunurlar. Onlara göre Tanrı’nın (veya Tanrıların) varlığı veya yokluğu
konusunda kesin bir hakikat yoktur. Nitekim Protagoras, “Tanrıların, ne var oldukları ne de olmadıkları biliyorum” diyerek dini alanda da şüpheci bir tavır ortaya koymuştur. Sofistler,
“agnostisizm” (bilinmezcilik) adı verilen, teolojik anlamda bir yaratıcının veya bilimsel anlamda
evrenin nereden türediğinin bilinmediği veya biline- meyeceğini ileri süren felsefi
akımın öncülerindendir.
Sofizm’in yukarıda
kısaca bahsettiğimiz özellikleri, 18. yüzyılda ortaya çıkacak
olan Aydınlanma düşüncesini hatırlatmaktadır. Her iki
düşünce de kendilerinden önceki geleneksel düşüncelere karşı savaş açmış, insanı (daha açık bir ifadeyle insan aklını) merkeze almıştır. Her
iki düşünce de toplum, ahlak ve siyasetle il- gili tüm kurumların insanların bir ürünü olduğunu
ileri sürer. Bu yaklaşım,
doğal olarak, insanlar
tarafından meydana getirilen bütün bu kurumların yine insanlar tarafından değiştirilebileceği düşüncesini
de kapsar. Devlet, bu kurumlardandır.
Devlet nedir? sorusuna
Sofistler iki farklı
yanıt verirler. Bu yanıtlar, devletin neden
ve nasıl ortaya çıktığı sorusundan hareketle verilen
cevaplardır. Sofistlerin bu sorulara verdikleri cevap çağdaş
devlet kuramlarının temellerini teşkil eder. Bunlar, sözleşme ve kuvvet
kuramlarıdır.
Sözleşme kuramını savunan
Protagoras ve Antiphon gibi Sofist düşünürlere göre, insanlar diğer
canlılar arasında topluluk hayatına
en fazla gereksinim duyanlardır.
Doğadaki diğer canlılara göre çok daha koru- naksız ve aciz bir durumda
olan insanlar yaşamlarını ve türlerini
idame ettirebilmek için topluluk
halinde yaşamak ve karşılıklı yardımlaşmak zorundadırlar. Bu gerçeğin, yani toplu yaşama
zorunluluğunun farkına insanlar, işbölümüne dayanan bir sözleşmenin gerekli
olduğunu kavramışlardır.
Devlet bu gereklilikten doğmuştur. Asırlar sonra, 17. ve 18. yüzyılların düşünürlerinin önemli bir kısmı da devletin kökeni konusunda aynı şeyi söyleyeceklerdir.Sofistlere göre insanlar, çıkarlarına uygun düşen bir sözleşmeyle, birlikte yaşama yükümlülüğü altına giriyorlar. Sözleşmeyi yapanlar, yani devleti kuranlar, eşit haklara sahip olmalı ve toplum halinde yaşamanın nimetlerinden eşit ölçüde yararlanmalılar. Sofistlere göre insanlar arasındaki tek ayrılık topluluğu devam ettirebilmek için her ferdin ayrı bir iş görmesi, her birinin ayrı bir görevi yerine getirmesidir. Bu noktada, Sofistlerin o dönem için son derece ilginç bir yönü karşımıza çıkmaktadır. Sofistler, İlk Çağ filozoflarının do- ğal kabul edip üzerinde hiç durmadıkları veya sorgulamaya cesaret edemedikleri bir kurumu eleştirirler. Bu kurum köleliktir. Sofist filozoflara göre, aynı toplum içinde yaşayan insanların eşitsiz bir durumda olmaları toplumun temel yasasına yani sözleşmeye aykırıdır. Tartışılmaz kabul edilen kurumlarından biri olan köleliği eleştirmeleri dolayısıyla Sofistler, dönemin gelenekçi çevreleri tarafından dışlanmışlardır.
Devlet bu gereklilikten doğmuştur. Asırlar sonra, 17. ve 18. yüzyılların düşünürlerinin önemli bir kısmı da devletin kökeni konusunda aynı şeyi söyleyeceklerdir.Sofistlere göre insanlar, çıkarlarına uygun düşen bir sözleşmeyle, birlikte yaşama yükümlülüğü altına giriyorlar. Sözleşmeyi yapanlar, yani devleti kuranlar, eşit haklara sahip olmalı ve toplum halinde yaşamanın nimetlerinden eşit ölçüde yararlanmalılar. Sofistlere göre insanlar arasındaki tek ayrılık topluluğu devam ettirebilmek için her ferdin ayrı bir iş görmesi, her birinin ayrı bir görevi yerine getirmesidir. Bu noktada, Sofistlerin o dönem için son derece ilginç bir yönü karşımıza çıkmaktadır. Sofistler, İlk Çağ filozoflarının do- ğal kabul edip üzerinde hiç durmadıkları veya sorgulamaya cesaret edemedikleri bir kurumu eleştirirler. Bu kurum köleliktir. Sofist filozoflara göre, aynı toplum içinde yaşayan insanların eşitsiz bir durumda olmaları toplumun temel yasasına yani sözleşmeye aykırıdır. Tartışılmaz kabul edilen kurumlarından biri olan köleliği eleştirmeleri dolayısıyla Sofistler, dönemin gelenekçi çevreleri tarafından dışlanmışlardır.
Sofistlerin devlet hakkında
savundukları ikinci düşünce,
asırlar sonra geliştirilecek çağdaş devlet teorile-
rinden birinin temelini teşkil eden kuvvet
kavramını esas almaktadır. Kallikles ve
Thrasymachos gibi Sofist- lere göre devletin
ortaya çıkışında sözleşme değil kuvvet rol oynamıştır.
Thrasymachos’a göre, insanın
genel eğilimi ve temel
içgüdüsü kendi iradesini başkalarına kabul ettirmektir. İnsanlar, güçlüler ve zayıflar olmak üzere ikiye ayrılır; yasalar güçlülerin zayıflara kendi iradelerini zorla kabul
ettirmelerine hizmet eder.
Kallikles’e göre ise adalet ve ahlak gibi kavramlar, acizlerin
uydurduğu şeylerdir. Amaç, güçlülerin
kuvvetlerini kullanmalarını
engellemek veya sınırlamaktır.
Fakat güçlü insanlar bu hileye
aldanmayacak kadar zekidirler ve kuvvetlerini
kullanmaktan geri durmazlar.
Kallikles ve Thrasymachos gibi Sofistlerin devlete dair savunduğu bu ikinci görüş, sözleşmeyi değil tersi-
ne mücadeleyi önceler. Devletin ortaya çıkışındaki asıl neden insanlar
arasındaki mücadeledir. Bir toplumda herkesin
aynı haklardan faydalanması söz konusu olamaz,
toplumdaki nimetlerden güçlüler
faydalanır, zayıf olanlar ise
bundan yoksun olarak yaşarlar.
M.Ö. V. yüzyılın
sonlarından itibaren Yunan
sitelerinde meydana gelen
toplumsal ve ekonomik gelişme- lere paralel olarak demokrasi
karşıtı düşünceler belirmeye başlamıştır. Bir kısım düşünür
demokrasiyi toptan reddetme
eğilimi gösterirken, bazıları da demokrasinin aşırılıklarının giderilmesi için
reformlar tavsiye etmiştir. Eflatun,
bir dizi reform ile demokrasinin olumsuz yanlarının giderilebileceği düşüncesini savunmuş- tur. Eşitliğe ve dolayısıyla demokrasiye inanmayan
Herakleitos ise yönetimin, vatandaşlara
bırakılamayacak kadar önemli bir iş
olduğunu belirterek bu görevin seçkinlere ait olması gerektiğini ileri
sürmüştür. Sofistler ise demokratik düzenin gereklerinin nasıl yerine
getirilebileceği üzerine düşünceler
ortaya atmışlardır. Tüm insanları bağlayabilecek genel ve objektif (nesnel) bir hakikatin
olmadığına inanan Sofistler “doğrudan de- mokrasi” düzeninde insanların her şeyden önce güzel ve etkili
söz söyleme gücüne sahip
olmaları gerektiğine işaret etmişlerdir. Sofistler ayrıca devlet nedir? sorusuna cevap aramışlar
ve bu soruya sözleşme ve kuvvet kavramlarını merkez alan iki farklı yanıt vermişlerdir.
Thanks in favor of sharing such a fastidious idea, piece of writing is nice, thats why i have read it…
YanıtlaSillol ct