18 Ocak 2014 Cumartesi

Eski Yunan Düşünürleri ve Demokrasi Eleştirileri

Eski Yunan Düşünürleri ve Demokrasi Eleştirileri

Siyasi düşünce ile toplumsal ve ekonomik hayat arasında doğrudan bir ilişki vardır. Farklı – eleştirel – siyasi düşüncelerin ortaya çıkması toplumsal ve iktisadi değişimlerle eşanlıdır. M.Ö. V. yüzyılın sonlarından itibaren demokrasinin eleştirilmeye başlanması, demokrasi karşıtı düşüncelerin belirmesi Yunan sitelerinde ortaya çıkan toplumsal ve ekonomik gelişmelerle paralellik arz etmektedir. Dönemin düşünürlerinden Kse- nofon, demokrasinin bölünmelere ve disiplinsizliğe yol açtığını, yöneticilerin genellikle yeteneksiz kişiler ol- duklarını ileri sürmüş, Ispartadaki otoriter rejimi yüceltmiştir. Eflatun ise çoğunluğun kararlarının her zaman adil olmadığını savunmuştur.

Ne olmuştur da Yunan demokrasisi giderek anarşiye dönüşmüş ve eleştirilere maruz kalmıştır? Kseno- fon (M.Ö. 430-355)’un Atina Sitesi’ndeki gelişmelere dair analizi bu soruya cevap niteliğindedir. Tarihçi, filo- zof ve aynı zamanda asker olan Ksenofona göre Atina, varlığını ve gücünü denizciler ve gemi yapımcılarına borçlu bir siteydi. Denizciler, giderek artan toplumsal ve ekonomik ağırlıklarına paralel olarak yönetimde daha fazla söz sahibi olmak istemişlerdir. Bu amaç doğrultusunda eski toprak aristokrasine karşı mücadele veren denizciler site vatandaşlarının da önemli bir kısmını yanlarına çekmeyi başarmışlardır. Denizciler züm- resi ile site vatandaşlarının toprak aristokrasisine karşı yürüttükleri ortak mücadele, ilerleyen derslerimizde göreceğimiz başka bir durumu hatıra getirmektedir: Feodaliteye karşı savaşan burjuvazi ve bunların yanında yer alan ezilen köylü sınıfı ile manifaktür1 işçilerinin ortak mücadelesi.

xenophon

Xenophon (c. 427 – 355 BCE) was a Greek historian, soldier, mercenary, philosopher and a contemporary and admirer of Socrates. He is known for his writings on the history of his own times, the 4th century BC, preserving the sayings of Socrates, and descriptions of life in ancient Greece and the Persian Empire.

Ticaret yapan denizcilerin iktidara ortak olmaları demokrasinin ortaya çıkışına vesile olmuştur. Ancak zamanla, iktidara gelen tüccarların çıkarlarıyla çoğunluğun çıkarları arasında çelişkilerin belirmesi, öte yan- dan toprak aristokrasisinin hoşnutsuzluğu demokrasinin eleştiri oklarına hedef olması sonucunu doğurmuş- tur. Bu eleştirilerden bir kısmı demokrasiyi toptan reddetme eğilimindeyken, bazıları da demokrasinin aşırı- lıklarının giderilmesi için reformlar tavsiye etmiştir.

O dönemde demokrasiye eleştiri yönelten en önemli düşünürlerden biri şüphesiz Eflatundur. Eflatun’un demokrasi karşısındaki tavrı, yukarıda bahsettiğimiz ikinci tür eleştirilere güzel bir örnek teşkil eder: Eflatun, bir dizi reform ile demokrasinin olumsuz yanlarının ve aşırılıklarının giderilebileceği düşüncesini savunur. Eflatun’un görüşlerine gelmeden önce, Yunan düşüncesinin farklı boyutlarını ve günümüze olan yansımalarını görmemizi sağlayacak Herakleitos ve Sofistlerin görüşlerine temas etmekte fayda ver.




Herakleitos: “Bir nehirde iki kez yıkanılmaz”

M.Ö. 540-480 yıllar arasında yaşamış olan Efesli Herakleitos eşitliğe ve dolayısıyla demokrasiye inanma- yan bir düşünürdür. Ona göre halk anlayışsız ve her şeyin dış görünüşüne aldanan bir yığından ibarettir. Bu düşünceleri ile Herakleitos’u seçkinci (elitist) bir düşünür olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Yani yönetim, eşit kabul edilen vatandaşlara bırakılmaması gereken bir iştir. Bu önemli görev seçkin (elit) bir azınlığın hakkı olmalıdır.

1            Zanaat üretiminin, bir sermayedarın örgütlediği yerinde belli bir işbölümü içinde yapıldığı üretim şeklidir. Üretim el emeğiyle çalışan işçiler tarafından, herkesin bağımsız bir bölümünü ürettiği veya bütün üretim sürecini yüklendiği iki ayrı biçimde de yürütülür. Zanaatkârlıktan sanayileşmeye geçiş evresini oluşturan manifaktür üretiminde makine önemli bir yer tutmaz.


Dosya:Heraclitus, Johannes Moreelse.jpg 

Efesli Heraklitos
Herakleitos’un bizim için asıl önemi, yakın dönem siyasi düşüncesine yaptığı etkiyle ilgilidir. 19. yüz- yılda, önce Hegel’in ortaya koyduğu, ardından Marks’ın geliştirdiği diyalektik (eytişim) yönteminin kökleri Herakleitos düşüncesinde bulunmaktadır. Herakleitosa göre evren sürekli bir oluş, bir süreçtir. Bu süreçte zıtlıklar sürekli olarak çatışır, birbirini izlerler. Evrende duran ve kalan bir şey yoktur: sıcak soğuk olur, soğuk ise sıcak; yaş kuru olur, kuru da yaş. Efesli düşünürün ünlü deyimiyle: Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz”. Çünkü sular değişir, akıp gider. Bugünkü nehir artık dünkü nehir değildir, sadece görünüşte dünküne ben- zer.




Sofizm Nedir? Sofistler Nasıl Bir Devlet Savunurlar?

Sofizm, Atina’nın siyasi ve kültürel olarak geliştiği, demokratik bir düzenin kurulduğu dönemde ortaya çıkan bir düşünce akımıdır. Sofistler, demokratik düzenin gerekleri nasıl yerine getirilir sorusuna cevap ara- mışlardır.

Sofistlerin en belirgin özelliği hitabet, yani etkili söz yleme sanatına verdikleri önemdir. Onlara göre, vatandaşların dönüşümlü olarak yöneticilik yaptığı, yasaların hazırlanma sürecine katıldığı “doğrudan de- mokrasi” düzeninde insanlar her şeyden önce güzel ve etkili söz söyleme yeteneğine sahip olmalıdırlar. Bu, insanın karşısındakini inandırabilmesi için gereklidir.

Sofistlerin bu inancı onların şüpheci ve rölativist (göreci) olma özellikleriyle uyumluydu. Onlara göre, herkes için geçerli olan objektif (nesnel) bir gerçek söz konusu olmaz.  Sofistlerin en meşhur ve kurucu filo- zoflarından Protagorasa göre “insan her şeyin, var olan şeylerin var olduklarının ve var olmayan şeylerin var olmadıklarının, ölçüsüdür ”. Diğer bir ifadeyle, doğru olan şey, şu anda algılanan, duyulan, istenen ve özlenen şeydir. Bir şeyin doğru olması demek, o şeyin her hangi bir kimseye doğru görünmesi demek. Sofistler, herkes için geçerli olacak genel ve kesin bir bilginin olanaksızlığını göstermeye çalışmışlardır.

Bu anlamda, Sofistler Tanrı inancı ve evrenin kökenleri konusunda da insandan insana değişen farklı gerçeklerin olabileceğini savunurlar. Onlara göre Tanrı’nın (veya Tanrıların) varlığı veya yokluğu konusunda kesin bir hakikat yoktur. Nitekim Protagoras, “Tanrıların, ne var oldukları ne de olmadıkları biliyorum” diyerek dini alanda da şüpheci bir tavır ortaya koymuştur. Sofistler, agnostisizm (bilinmezcilik) adı verilen, teolojik anlamda bir yaratıcının veya bilimsel anlamda evrenin nereden türediğinin bilinmediği veya biline- meyeceğini ileri süren felsefi akımın öncülerindendir.

Sofizm’in yukarıda kısaca bahsettiğimiz özellikleri, 18. yüzyılda ortaya çıkacak olan Aydınlanma düşüncesini hatırlatmaktadır. Her iki düşünce de kendilerinden önceki geleneksel düşüncelere karşı savaş açmış, insanı (daha açık bir ifadeyle insan aklını) merkeze almıştır. Her iki düşünce de toplum, ahlak ve siyasetle il- gili tüm kurumların insanların bir ürünü olduğunu ileri sürer. Bu yaklaşım, doğal olarak, insanlar tarafından meydana getirilen bütün bu kurumların yine insanlar tarafından değiştirilebileceği düşüncesini de kapsar. Devlet, bu kurumlardandır.

Devlet nedir? sorusuna Sofistler iki farklı yanıt verirler. Bu yanıtlar, devletin neden ve nasıl ortaya çıktığı sorusundan hareketle verilen cevaplardır. Sofistlerin bu sorulara verdikleri cevap çağdaş devlet kuramlarının temellerini teşkil eder. Bunlar, sözleşme ve kuvvet kuramlarıdır.

Sözleşme kuramını savunan Protagoras ve Antiphon gibi Sofist düşünürlere göre, insanlar diğer canlılar arasında topluluk hayatına en fazla gereksinim duyanlardır. Doğadaki diğer canlılara göre çok daha koru- naksız ve aciz bir durumda olan insanlar yaşamlarını ve türlerini idame ettirebilmek için topluluk halinde yaşamak ve karşılıklı yardımlaşmak zorundadırlar. Bu gerçeğin, yani toplu yaşama zorunluluğunun farkına insanlar, işbölümüne dayanan bir sözleşmenin gerekli olduğunu kavramışlardır. 

Devlet bu gereklilikten doğmuştur. Asırlar sonra, 17. ve 18. yüzyılların düşünürlerinin önemli bir kısmı da devletin kökeni konusunda aynı şeyi söyleyeceklerdir.Sofistlere göre insanlar, çıkarlarına uygun düşen bir sözleşmeyle, birlikte yaşama yükümlülüğü altına giriyorlar. Sözleşmeyi yapanlar, yani devleti kuranlar, eşit haklara sahip olmalı ve toplum halinde yaşamanın nimetlerinden eşit ölçüde yararlanmalılar. Sofistlere göre insanlar arasındaki tek ayrılık topluluğu devam ettirebilmek için her ferdin ayrı bir görmesi, her birinin ayrı bir görevi yerine getirmesidir. Bu noktada, Sofistlerin o dönem için son derece ilginç bir yönü karşımıza çıkmaktadır. Sofistler, İlk Çağ filozoflarının do- ğal kabul edip üzerinde hiç durmadıkları veya sorgulamaya cesaret edemedikleri bir kurumu eleştirirler. Bu kurum köleliktir. Sofist filozoflara göre, aynı toplum içinde yaşayan insanların eşitsiz bir durumda olmaları toplumun temel yasasına yani sözleşmeye aykırıdır. Tartışılmaz kabul edilen kurumlarından biri olan köleliği eleştirmeleri dolayısıyla Sofistler, dönemin gelenekçi çevreleri tarafından dışlanmışlardır.

Sofistlerin devlet hakkında savundukları ikinci düşünce, asırlar sonra geliştirilecek çağdaş devlet teorile- rinden birinin temelini teşkil eden kuvvet kavramını esas almaktadır. Kallikles ve Thrasymachos gibi Sofist- lere göre devletin ortaya çıkışında sözleşme değil kuvvet rol oynamıştır.

Thrasymachosa göre, insanın genel eğilimi ve temel içgüdüsü kendi iradesini başkalarına kabul ettirmektir. İnsanlar, güçlüler ve zayıflar olmak üzere ikiye ayrılır; yasalar güçlülerin zayıflara kendi iradelerini zorla kabul ettirmelerine hizmet eder.

Kalliklese göre ise adalet ve ahlak gibi kavramlar, acizlerin uydurduğu şeylerdir. Amaç, güçlülerin kuvvetlerini kullanmalarını engellemek veya sınırlamaktır. Fakat güçlü insanlar bu hileye aldanmayacak kadar zekidirler ve kuvvetlerini kullanmaktan geri durmazlar.

Kallikles ve Thrasymachos gibi Sofistlerin devlete dair savunduğu bu ikinci görüş, sözleşmeyi değil tersi- ne mücadeleyi önceler. Devletin ortaya çıkışındaki asıl neden insanlar arasındaki mücadeledir. Bir toplumda herkesin aynı haklardan faydalanması söz konusu olamaz, toplumdaki nimetlerden güçlüler faydalanır, zayıf olanlar ise bundan yoksun olarak yaşarlar.

M.Ö. V. yüzyılın sonlarından itibaren Yunan sitelerinde meydana gelen toplumsal ve ekonomik gelişme- lere paralel olarak demokrasi karşıtı düşünceler belirmeye başlamıştır. Bir kısım düşünür demokrasiyi toptan reddetme eğilimi gösterirken, bazıları da demokrasinin aşırılıklarının giderilmesi için reformlar tavsiye etmiştir. Eflatun, bir dizi reform ile demokrasinin olumsuz yanlarının giderilebileceği düşüncesini savunmuş- tur. Eşitliğe ve dolayısıyla demokrasiye inanmayan Herakleitos ise yönetimin, vatandaşlara bırakılamayacak kadar önemli bir iş olduğunu belirterek bu görevin seçkinlere ait olması gerektiğini ileri sürmüştür. Sofistler ise demokratik düzenin gereklerinin nasıl yerine getirilebileceği üzerine düşünceler ortaya atmışlardır. Tüm insanları bağlayabilecek genel ve objektif (nesnel) bir hakikatin olmadığına inanan Sofistler “doğrudan de- mokrasi” düzeninde insanların her şeyden önce güzel ve etkili söz yleme gücüne sahip olmaları gerektiğine işaret etmişlerdir. Sofistler ayrıca devlet nedir? sorusuna cevap aramışlar ve bu soruya sözleşme ve kuvvet kavramlarını merkez alan iki farklı yanıt vermişlerdir. 


1 yorum:

  1. Thanks in favor of sharing such a fastidious idea, piece of writing is nice, thats why i have read it…

    lol ct

    YanıtlaSil