18 Ocak 2014 Cumartesi

FRANSIZ DEVRİMİ ARİFESİNDE KÜÇÜK BURJUVA İDEOLOJİSİ VE JEAN-JACQUES ROUSSEAU

Küçük Burjuva İdeolojisi

XVIII. yüzyılın ilk üççeyreğinde öne çıkan düşünürler, soylu azınlığın yerini paralı azınlığın, diğer bir deyişle soy aristokrasinin yerini para aristokrasinin alması için çaba sarf ediyorlardı. Bu iki toplumsal zümre (soylular ve büyük burjuvazi) arasında yer alan bir grup daha vardı: küçük burjuvazi. Eski rejime karşı büyük burjuvaziyle birlikte mücadele veren küçük burjuvazi, kapitalizmin gelişmesiyle yok olmaya mahkûmdu. Hiç şüphe yok ki “Eski Rejim” (Ancien régime) yani feodalite, küçük burjuvaziyi tatmin etmiyor, gelişimine engel oluyordu.  Ancak büyük burjuvazinin hâkim olacağı yeni rejimin, küçük burjuvaziye hayat hakkı tanımaya- cağı da açıktı. Kapitalizmin gelişmesiyle, küçük burjuvazinin küçük mülkiyetinin yok olması kaçınılmazdı. Ne var ki tarihsel şartlar, küçük burjuvazi ile büyük burjuvazinin ittifakını zorunlu kılıyordu. İşte bu durum, küçük burjuvazinin demokratik düşüncelerin ve ütopik düşlerin peşinde koşmasına yol açmıştı. Küçük bur- juvazi, bütün yurttaşların küçük mülk sahibi olacağı bir sosyal eşitlik düzeninin hayalini kurmaktaydı.
  

Jean-Jacques Rousseau: Egemenlik Kuramları ve Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau.

Cenevreli bir düşünür olan Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) aklın egemenliğini kurmayı amaçlayan XVIII. yüzyıl filozofları arasında özel bir yere sahiptir. Söz konusu dönemde aklın egemenliği, burjuvazinin egemenliği ile eş anlamlıdır. Rousseau, büyük burjuvaziye göre daha devrimci olan fakat tutarlı bir ekono- mik görüşü olmayan, bu nedenle de ütopyalara sığınan küçük burjuvazinin müttefikliğine ve demokrasinin


sözcülüğüne soyunmuş bir düşünürdü. Bu nedenle Rousseauyu, küçük burjuvaziye ideoloji kazandırmış bir düşünür olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Nitekim Fransız Devrimi sürecinde, radikal cumhuriyetçilerin meydana getirdiği mutlak demokrasi taraftarı Jacobinler Rousseaudan esinlenmiş, onun fikirlerini savunmuş- lardır.

Rousseau her alanda eşitliği ve mutlak demokrasiyi savunmuştur. Onun savunduğu mutlak demok- rasi, Fransız Devrimi ile kurulan temsili rejimden net çizgilerle ayrılır. Rousseau’nun, Fransada Eski Rejim döneminde ayrıcalıklı olmayanların, yani halkın meydana getirdiği ve emekçilerle birlikte burjuvaziyi de kapsayan Tiers état içindeki sınıf farklılıklarını görmediğini veya önemsemediğini belirtmek gerekir. Ona göre, hukuki olarak ayrıcalıklı sınıfların dışında kalan herkes bir bütün olarak halkı oluşturmaktadır. Kısacası Rousseauya göre halk, soyut bir kavramdır.

Küçük burjuvazinin kuramcısı olarak Rousseau, özellikle egemenlik konusundaki görüşleriyle dikkat çekmektedir. Rousseau, temsili demokrasinin temeli sayılan milli egemenliği değil, daha ziyade halk ege- menliğini savunmuştur. Ancak bu iki tür egemenlik anlayışını birbirinden net çizgilerle ayırmak çok kolay değildir. Rousseauya göre egemenliğin sahibi, kolektif ve soyut bir varlık olan millettir. Bu anlamda, egemen- liğin kaynağı bakımından milli egemenlik prensibini, egemenliğin kullanılması yönünden ise halk egemenliği prensibini savunduğu söylenebilir.

Romandan pedagojiye, botanikten müziğe ve siyasete kadar çok farklı alanlara ilgi duyan Rousse- au’nun bizi siyasal düşünceler tarihi bağlamında ilgilendiren en önemli eserleri 1755’te yayımlanan İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma ve 1762 tarihli Toplum Sözleşmesidir. De- mokrasinin gerçekleşmesini sağlayacak hiçbir belirtinin henüz bulunmadığı bir dönemde demokrasiyi sa- vunması nedeniyle bugünden bakıldığında bir ütopyacı olarak değerlendirilebilir. Rousseauya göre halk, ik- tidarı doğrudan – temsilceler olmadan – kullanmalıdır veya birer memur statüsünde olan vekillerini istediği zaman azledebilmeli yani görevden alabilmelidir. Oysa burjuvazinin çıkarlarına uygun düşen rejim, milletin bütününü bağımsız milletvekillerinin temsil ettiği temsili rejimdir.


 Rousseau toplumun bir sözleşmeden doğduğunu savunur. Ancak ona göre doğal yaşama halinde insan- lar eşit ve özgürdür. Ancak daha fazla şeye sahip olma hırsı ve varlıklı-yoksul ayrımının ortaya çıkması yü- zünden mutlu yaşam zamanla sona ermiştir. Rousseauya göre toplum hayatında da doğal yaşam durumunda olduğu gibi özgür olunabilecek bir sistem kurmak gerekir. Rousseau’nun hayal ettiği sistemde, toplumu teşkil eden bireylerin ortak iradeleriyle oluşturacakları kuvvet (devlet), bireylerin canlarını ve malları korumalı, ay- rıca özgürlüklerini de güvence altına almalıdır. Bu sistemde, devlete itaat ve bireysel özgürlükler aynı anda söz konusudur. Bunun gerçekleşebilmesi için birinci koşul, bireylerin topluca tüm haklarını topluma devret- meleridir. İkinci koşul ise herkesin iktidara katılmasıdır. Bu iki koşul birbirinden ayrılmadan yerine getirildiği takdirde, özgürlüklerin korunarak can ve mal emniyetinin sağlanması mümkün olabilir. Özetle ifade etmek gerekirse, halk denilen birliği oluşturan bireyler, egemen varlığın oluşumuna katılmaları dolayısıyla vatan- daş, devletin yasalarına boyun eğmeleri nedeniyle de uyruktur.

Peki, halk egemenliği nedir? Egemen varlık yani devlet iktidarı, Rousseauya göre kendini meydana getiren bireylerin toplamından ibarettir. Toplum Sözleşmesi adlı eserinde bu düşüncesini şöyle açıklar:

Var sayalım ki devlet on bin vatandaştan meydana gelmiş olsun. Egemen varlık, ancak kolektif bakımdan bir bütün olarak düşünülebilir, fakat her insan vatandaş olarak bir birey sayılır: Bu du- rumda egemen varlığın vatandaşa nispeti on binin bire ilişkisi gibidir; yani devletin üyelerinden her birinin payına, tamamen devlete tabi olmakla birlikte, devlet iktidarının ancak on binde biri düşer. Halk yüz bin kişiden oluşsa da uyrukların durumu yine değişmez. Uyrukların her biri yine kanun- ların bütün gücünü taşır. Ama uyrukların yüz binde bire düşen oyu, kanunların konmasında on kat daha az etki yapar. Uyruk hep tek kaldığı için, egemen varlığın ilişkisi vatandaş sayısı ölçüsünde artar ve sonunda devlet ne kadar büyürse özgürlük de o kadar azalır”.


Bu alıntıdan da anlaşıldığı gibi, her vatandaş iktidarın bir hissesine sahiptir. Toplumu oluşturan bireyler kendilerinde iktidarın bir parçasını taşırlar. Bu iktidar parçalarının bir araya gelmesinden yani kişilerin irade- lerinin birleşmesinden “egemenlik” yani en üstün otorite ortaya çıkar.

Rousseau, yukarıda özetlediğimiz görüşleriyle halk egemenliğinin temellerini atarken milli egemenlik kuramına ve temsili rejim anlayışına karşı çıkmaktadır. Ancak herkesin kanunların yapılmasına katılması zorunluluğu ile kararların ancak oy çokluğuyla alınabilmesi noktasında önemli bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Bu çelişkiyi Rousseau iki yoldan çözmeye çalışmaktadır:

1.   Rousseauya göre niteliği bakımından oybirliğini gerektiren yalnızca toplum sözleşmesidir;

2.   Rousseauya göre alınan bir karara muhalif olanların iradesi genel irade olarak değerlendirilemez; muhalif oy sahipleri genel iradenin ne olduğu konusunda yanılmıştır.

Görüldüğü gibi Rousseau genel iradenin yanılmazlığı ilkesini savunurken, genel iradeyi birey iradeleri- nin toplamından ayırmak zorunda kalmaktadır. Ancak bir yandan azınlığın çoğunluğa tabi olmasını istemek, öte yandan toplum sözleşmesine göre vatandaşların her birinin egemenliğin bir hissesine sahip olduğunu ileri sürmek birbiriyle bağdaşmayan iddialardır. Rousseau’nun, genel iradenin toplum içinde yaşayan bireylerin iradelerinden ayrı olduğu iddiasıyla halk egemenliğinin sakatlandığı fikri ileri sürülmüş ve buradan hareket- le – genel irade vatandaşların iradelerinin toplamı olmadığına göre – bireylerin iradelerinin dışında bir milli iradenin var olduğu iddia edilmiştir. Bu iddianın sahiplerine göre Rousseau, halk egemenliği kuramının yanı sıra, milli egemenlik kuramının da kurucusudur.

Ancak diğer bazı yazarlar, Rousseau’nun halk egemenliği kuramının, milli egemenlik kuramından ayrı olduğunu ileri sürerler. Ayrıca Rousseau’nun demokrasi anlayışıyla milli egemenlik teorisinin mantıki sonu- cu olan temsili rejimin kesinlikle birbirinden ayrıldığına işaret ederler. Bu görüşün savunucularına göre Rous- seau, genel irade ile bireylerin iradelerinin toplamının ayrı şeyler olduğu fikrinden yola çıkan milli egemen- lik kuramının ve bu kuramın mantıki sonucu olan temsili sistemin tam karşıtı olan bir demokrasi anlayışının savunucusudur.  Rousseau “her birey diğer herkesle birleştiği halde yine kendine itaat etsin, eskisi kadar da özgür kalsın” derken yasa egemenliği ile kişisel özerkliğin kesinlikle bağdaştırılması gerektiğini ileri sür- mektedir. Oysa temsili rejimde, kişinin özerk kalması mümkün değildir; zira kişiler yasaları bizzat kendileri yapmamakta, yasa yapma hakkını başkalarına devretmektedirler. Rousseau ise kişi özerkliğini korumak için büyük çaba sarf etmektedir. Böylece mili egemenliği ve temsili rejimi savunanlardan ayrılmaktadır.

Rousseau yasaları halkın yapmasını şart koşmaz; yasaları halkın onaylaması halk egemenliğinin gerçek- leşmesi için yeterlidir. Ehil kişiler yasaları hazırlayacak, halk da onaylayacaktır. Buradan hareketle milli ege- menlik kuramında demokrasinin şartı olan özgürlüğün gerçekleşmesi ve kişisel özerkliğin korunabilmesi için iki temel ilkeden bahsetmek mümkündür:

1.   Yasalar halk tarafından referandum yoluyla onaylanmalıdır,

2.   Yasalar prensip olarak çoğunlukla değil oybirliğiyle onaylanmalıdır.

Rousseauya göre yasaları onaylayacak halk meclislerinin yanında, yasaları hazırlayacak bir parlamento da gereklidir. Ancak parlamento, temsili rejimde olduğu gibi iktidarı halk adına kullanacak bir meclis olmama- lıdır. Halkın bir tür memurları durumunda olan parlamento üyelerinin görevi sadece yasaları hazırlamaktan ibarettir. Yasaların yürürlüğe girmesi ise halkoyuna bağlıdır, yani referandum yoluyla mümkündür.

Rousseauya göre Avam Kamarası’na gidecek olan temsilcileri seçmekle yetinen İngiliz halkı, kendini öz- gür sanmakla yanılmaktadır. Birey, iktidar üzerindeki hakkını terk edemez. Bireyin özerk kalabilmesi ancak kendi yaptığı yasalara uymasıyla mümkündür. Çünkü siyasi iktidarın kaynağı olan genel irade temsil oluna- maz. Diğer bir deyişle, halk egemenliği fikrini savunan Rousseauya göre, kanunların temsilciler tarafından yapılması, halkın kendisine efendiler seçmesi anlamına gelmektedir. Efendilerin olduğu bir toplumda ise özgürlükten söz edilemez. Eşitlik ve özgürlük ancak doğrudan demokrasi içinde mümkün olabilir.


Ne var ki toplumu meydana getiren vatandaşların tümünün bir araya gelip yasaları hazırlaması gerçekçi değildir. Halk ancak yasaların genel iradeye uygun olup olmadığına karar verebilir. Rousseau, yasaların bir takım kişiler (“yasa koyucular”) tarafından hazırlanması gerektiğini ileri sürer. Yasaların belli kişiler yani “yasa koyucular” tarafından hazırlanması kaçınılmaz bir gerekliliktir ve halk egemenliği fikrine aykırı değil- dir. Ancak bu kişiler milletin vekilleri” veya “temsilcileri” değildirler. Bunlar milletin ancak “memurları” olabilirler: Hiçbir konuda kesin karar veremezler; zira halkın kabul etmediği her yasa hükümsüzdür.

Görüldüğü gibi Rousseau, Toplum Sözleşmesi adlı eserinde halk egemenliği kuramının bir sonucu olarak doğrudan demokrasiyi savunmuştur. Yasama yetkisi halkın elindedir. Yasalar, yasa koyucular tarafından hazırlansa bile bunların onaylanması halk meclislerinin kararına bağlıdır.


Burjuvazinin başarısı için çalışan diğer düşünürler gibi Rousseau da asiller, rahipler ve halk (Tiers état) arasındaki eşitsizliğe karşı çıkar. Ancak Rousseau diğerlerinden farklı olarak, servetler arasında da eşitlik sağlamayı amaçlar; halk arasında herhangi bir farklılaşmaya yol açabilecek tüm yolları tıkamaya çalışır. Ne var ki Rousseau’nun yaşadığı dönemde monarka karşı mücadelede birleşen halk, kendi içinde sosyal sınıf- lara bölünmüş durumdaydı. Fransız Devrimi’nin kaynağının burjuvazi olduğunu hatırda tutmak gerekir. Halk içinde belli bir grubu ifade eden burjuvazinin iktidarı ele geçirmesi, halk egemenliği fikrinin bir kenara atılmasına ve bu iktidara daha uygun bir siyasal rejimin (temsili rejim) aranmasına yol açmıştır. Son tahlilde, halk egemenliği ile milli egemenliğin birbirinden faklı şeyler olduğunu ve fikirleri bir bütün olarak değer- lendirildiğinde Rousseau’nun halk egemenliğini savunduğunu belirtmek gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder