17 Ocak 2014 Cuma

Sosyoloji Özet

İnsanlar, tarih boyu, içinde yaşadıkları gruplar ve toplumlar üzerinde gözlemde bulunmuş, düşünceler ileri sürmüşlerdir. İlk derslerimizde ifade ettiğimiz üzere, müstakil bir inceleme nesnesi olarak ‘toplum’u merkeze alan bir disiplin olarak sosyolojinin ortaya çıkışı ise ancak 19. yüzyılda mümkün olabilmiştir.

Sosyolojinin hangi koşullar altında ortaya çıktığı, hangi toplumsal problemleri hangi değerler doğrultu- sunda çözmek için uğraş verdiği, bu hedef doğrultusunda zaman içinde ne tür özellikler kazandığı ilk ders- lerimizde üzerinde durmaya çalıştığımız konulardı. Yine bu süreçte, söz konusu hedefle doğrudan alakalı olarak gerek mevcut toplumsal krizlerin kökenini ve sebeplerini aramaya dönük bugüne ve geçmişe dönük uğraşlar ve –meşruiyetini bugüne ve geçmişe dönük araştırmaların bilimsel olduğu ve dolayısıyla ulaşılan so- nuçların evrensel geçerliliğe sahip bilimsel yasalar olarak görülmesinden alan- gerekse de toplumun mevcut krizlerini çözmüş olarak gelecekte nasıl bir şekil alabileceği ve hatta alması gerektiği- çerçevesinde pek çok sosyal teori ortaya çıkmıştı. Bu teorilerin bir kısmını ortaklıkları ya da benzerlikleri nedeniyle aynı tarafta top- layabiliriz; ancak geçmişte ve günümüzde geliştirilen sosyal teorilerin bir kısmı da birbirine karşıt, birbiriyle çatışır, çelişir değerlendirmelere ve içeriklere sahiptir.

Bu durum, her şeyden önce bize, bir bilim anlayışı çerçevesinde hareket ediyor, belli yöntemsel kurallara riayet etmek zorunda olsak bile, aynı inceleme nesnesiyle ilgili olarak aynı sonuçlara varmak zorunda olma- dığımızı gösteriyor. Başka bir deyişle, yalnızca tek bir sosyoloji yapma tarzı yok. Bu durum, toplumsal ilişkilere, toplumsal olgulara ve sorunlara farklı biçimlerde yaklaşma konusunda bize büyük bir özgürlük alanı sağlar.

Sosyolojinin geçmişinde siyaset felsefesi, tarih felsefesi, evrim konusundaki biyolojik teoriler ve toplum- sal koşullar hakkında inceleme ve araştırma yapmayı gerektiren toplumsal ve siyasal reform hareketlerinin etkisini bulmak mümkündür. Bunlar arasından özellikle iki tanesi, tarih felsefesi ve toplumsal araştırmalar sosyoloji için özel bir öneme sahiptir.

İnsanlığın gelişimini aşamalar halinde tasnifleme ve mevcut duruma hangi safhalardan geçilerek gelindiğine ilişkin bir merak ve bilgilenme isteği Batılı düşünürler için özellikle önemli oldu. Bu çabanın, aynı zamanda, Batılı düşünürler için mevcut durumlarını açıklamada kullanacakları belli bilgileri de beraberinde getireceği açıktır.

Saint-Simon ve özellikle de Hegel’in bu alandaki katkıları dikkat çekicidir. Tarih felsefesinin sosyolojiye felsefi düzlemdeki katkısı gelişme ve ilerleme nosyonlarıyla, bilimsel alandaki katkısı ise tarihsel dönemler ve toplumsal tipler tasnifleri vb. kavramlar bağlamında oldu. Toplumu, ‘siyasal bir topluluk’ ya da devletten ayrı bir kavram haline getirenler de tarih felsefecileri olmuştur.

Sosyolojide ikinci önemli unsuru, iki farklı kaynaktan gelen toplumsal araştırma sağlamıştır. Birincisi, doğa bilimlerinin yöntemlerinin ‘beşerî’ alanların incelenmesinde uygulanabileceğine ve uygulanmak gerek- tiğine, ‘beşerî’ olguların sınıflandırılabileceğine ve ölçülebileceğine olan inancın güçlenmesidir. İkincisi ise, toplumsal sorunlara duyulan ilgidir. Doğa bilimlerinin yüksek prestiji ve toplumsal reform hareketleri saye- sinde toplumsal araştırma ve incelemeler, toplumu konu edinen bu yeni bilim dalı içerisinde de önemli bir konum kazandı.

İlk derslerimizde Tom Bottomoredan alıntıladığımız bir paragraftan hareketle, ilk dönem sosyolojisinin belli başlı özelliklerine dikkat çekmeye çalışmıştık. Bu dönemin en önemli özelliklerinden bir tanesi, sosyoloji alanında fikir ileri süren düşünürlerin çok kapsamlı tezler ileri sürmüş olmalarıdır. Sosyolojinin kurumlaş- ma dönemlerinde bu yaklaşım, özellikle de –iktisatçılar, tarihçiler, siyaset bilimciler vb. gibi- belli konularda uzmanlaşmış akademisyenler tarafından eleştirilmektedir. Ancak günümüzde bile sosyolojinin, ilk dönem sosyolojisinin bu özelliğinden bütünüyle vazgeçtiğini söylemek zor görünüyor.

İlk dönemde sosyolojiye yöneltilen eleştiri ve itirazlar, sosyolojinin diğer sosyal bilimlere yardımcı olmaktan ziyade, onların sonuçlarından kendi isteği doğrultusunda serbestçe yararlanmak, onları absorbe etmek ve belki de sömürmek gibi bir amaç güttüğü şeklindeki önyargıdan kaynaklanıyordu büyük ölçüde. Sonraki dönemin sosyologları, böyle bir ihtiras sahibi olmadıklarını açıkça ifade ettiler.

Örneğin Durkheim, sosyolojinin bağımsızlığını özellikle vurgulamaya özen göstermesine ve ilgileneceği olguları belirlemeye özel bir önem vermesine karşın, sosyolojinin ansiklopedik bir bilim olmaması gerektiğini


de düşünür; aynı şekilde, diğer bilimlerden bütünüyle izole olması gerektiği düşüncesinde de değildir.

Raymond Aron, German Sociology (Londra, 1957) adlı eserinde, ansiklopedik niteliğinden dolayı sosyo- lojinin Almanyada başlangıçta kabul görmediğini ifade eder. Bu ülkede, başka ülkelerdeki gibi sosyolojinin inceleme alanının tanımlanması çabasıyla işe başlanmış ve bu doğrultuda Simmel’in etkisiyle toplumsal ya- şam ‘biçimleri’ diye soyut bir bilim kurulmaya çalışılmıştır. Bu yöndeki çabalara karşı, Marx ve Marxizm’in etkisiyle, tarihsel yorumlamaya ve kültür sosyolojisine yönelik ilgi var olmaya devam etmiştir. Bu durumun izleri Weber’in yazılarında bulunabilir.

Klasik sosyologların yeni bilim dalının alanını ve yöntemlerini oluşturmaya, ana toplumsal olguları araş- tırıp açıklayarak, bu bilimin değerli ve önemli olduğunu göstermeye ve bu yeni bilim dalını diğer disiplinler- le ilişkilendirmeye çalıştıklarını yleyebiliriz. Ancak çağdaş sosyolojinin bazı açılardan bu yaklaşımları bir kenara bıraktıklarını ve farklı alanlara yöneldiklerini de ifade etmek gerekir. Talcott Parsons ve takipçilerinin eserlerinde ve çalışmalarında karşımıza çıkan bazı kavramsal şemalar geliştirilmeye çalışılmış, bir taraftan da anlamsız ve boşuna yapılmış çalışmalar olarak değerlendirilebilecek kadar küçük ve dar çerçeveli sorun- lar etrafında çalışmalara, toplumsal araştırma tekniklerinin kullanımına abartılı bir ehemmiyet atfedilmiştir. Bununla paralel olarak, sosyologlar diğer bilimlerin ilgi göstermedikleri ve bu nedenle de sosyolojinin -dar anlamda- konusu sayılan belli konulara ilgi gösterilmiştir. 1953-1954’te Amerikan sosyolojisinde yapılan in- celemeler üzerine yapılan bir inceleme, çalışmaların sayısal olarak iki alanda yoğunlaştığını göstermektedir: Kent ve kentsel topluluklar üzerine araştırmalar ve aile ve evlilik kurumu üzerine yapılanlar.

Bu eğilimler, bir dereceye kadar, sosyolojiye bağımsızlık kazandırmak, profesyonel bir niteliğe eriştirmek ve akademik bir disiplin olarak bilimsel bir karakter sağlamak arzusundan da güç almıştır. Pratikte ise, top- lumsal hareketlilik konusundaki çalışmalarda olduğu gibi bazı gerçek gelişmelere rağmen, başka bir yönde bir sonuç doğurdu: Sosyolojinin gerek toplumsal düşünceye veya gerekse pratikteki toplumsal sorunların çözümlenmesine yaptığı katkıların değeri hakkında kuşku duyulmaya başlanmıştır.

Hatta 1960ların sonları itibariyle ‘sosyolojinin bitip bitmediği’ sorgulanmaya başlanmıştır. Ancak gerek ABDde ve gerekse de Avrupada gelişen sosyal bilim araştırmaları, farklı bir yönde sosyolojinin gelişmesi- ni sağlamıştır. Sosyologlar bir kez daha toplumsal yapının temel görünümleri ve yapı değişimleri sorunları üzerinde durmaya, endüstriyel toplumun temel özelliklerini incelemeye, bilim ve teknik alanlarındaki hızlı gelişmelerin toplumsal sonuçlarını araştırmaya, toplumsal hareketlerin ve devrimlerin kökenlerini ve yarata- bilecekleri sonuçları düşünmeye, endüstrileşme ve ekonomik gelişme sürecini irdelemeye başlamışlardır. Bu yeni tutum sayesinde, toplumsal olgulara karşı daha sorgulayıcı, daha muhalif bir yaklaşımı benimsemişler, ilk sosyologların sosyoloji anlayışlarına yaklaşmışlar, yaşadıkları toplumun tek düze yorumlanması ya da toplumsal olgu ve olayları sadece içinde bulundukları an itibariyle sınıflandırmakla yetinen sosyoloji anlayı- şını yetersiz bulmaya başladılar. Bu yeni anlayışın belirtilerinden biri toplumların tarihsel gelişimi konusuna karşı yeniden ilgi gösterilmesi olmuştur. Diğeri, birincisiyle de yakından ilgili olan, topluma ilişkin bir genel teori olarak yepyeni bir biçimde güçlenmesi ve yayılmasıdır.

Sosyoloji, sosyal antropoloji ile birlikte, toplumun belli bir tek yanını değil de, toplumsal hayatı bir bü- tün olarak ele almak isteyen, toplumu oluşturan toplumsal gruplar ve kurumlar arasındaki dokusal ilişkileri incelemeye kalkışan ilk bilim dalıdır. Sosyolojinin temel anlayışı ya da yönetici ideası, bu açıdan, toplumsal yapıdır: Belirli bir toplumdaki eylem ya da davranış formları arasındaki sistematik karşılıklı-ilişkilerdir. Sos- yoloğun daha önceleri ampirik araştırmalardan çok, felsefî tasarımlarla kavranmaya çalışılan toplumsal ha- yatın önemli yanlarıyla ilgilenmesi de bu noktaya bağlanmaktadır: Aile ve akrabalık ilişkileri, din ve ahlak, toplumsal tabakalaşma, şehir hayatı.

Yaygınlaşmaya başlayan yeni antropolojik araştırma yöntemlerinin de etkisiyle, toplumların tarihsel ge- lişmeleri önemsenmeye, belirli tek bir toplumun toplumsal hayatını tam olarak tasvir edebilmek için karşılaş- tırmalı çalışmalara girişmek istemediler. Öte yandan, sosyologlar zaten kuruluşlarını tamamlamış –ekonomi, siyaset bilim, hukuk, dinler tarihi vb. gibi- bilim dallarıyla birlikte çalışmak zorunda kalmışlar; toplumsal hayatın belirli kurumları ya da alanları ile toplumsal yapının diğer öğeleri (örneğin dinsel ve ekonomik hayat, mülkiyet, sınıflar ve siyaset) arasında ilintileri göstererek ve çeşitli tarihsel dönemlerde ya da çeşitli toplum tiplerinde bu ilintilerin devamlılığını ya da değişkenliğini açıklamak için mukayeseli araştırmalar yapmanın


taşıdığı önemi göstermekle başla başına önemli bir katkıda bulunmuşlardı. Son dönemde ise sosyoloji ile sosyal antropoloji arasındaki mesafe gittikçe azalmaya başlamıştır. Bunun önemli sebeplerinden biri, sömür- gelerden yeni yeni ulusların oluşması ve ekonomik yönden gelişmemiş bu ülkelerin hızla gelişmek istemele- ridir. Bu durum yeni sorunlar yaratmıştır. Bu sorunların anlaşılması, kavranması, çözümlenebilmesi için hem geleneksel toplum biçimleri hakkında bilgiye, hem de endüstrileşmenin toplumsal süreci hakkında tarihsel ve mukayeseli bir görüşe sahip olmak gerekmektedir.



Sonuç olarak

Sosyolojinin ortaya çıkışı, ortaya çıktığı dönemin toplumsal sorunları, bu toplumsal sorunları çözümlemek için geliştirilen yöntemler, kavramlar ve teoriler üzerinde ilk derslerimizde durmaya çalışmıştık. Sosyolojinin ilk dönemine ilişkin genel bir tarihsel ve toplumsal değerlendirme, klasik sosyologlar olarak adlandırdığımız Comte, Marx, Durkheim ve Weberden kısaca bahsettik. Düşüncelerini, kaygılarını ve toplum tasarıları üze- rinde kısaca durmaya çalıştık.

19. yüzyılda devletin kurtuluşu için bir çözüm olarak batılılaşmaya karar veren Osmanlı Devleti’nde, kabul edilen bu devlet siyasetinin bir sonucu olarak ‘modern sanayi toplumunun bilimi olarak’ değerlendi- rilen sosyoloji bilimi de, devleti kurtarma hedefiyle yola çıkan Osmanlı aydınlarının gündeme geldi. Hem bu ilgilenmenin tarihsel süreci ve bu süreçte Türk sosyolojisinin kazandığı genel özellikleri tespit etmeye ve değerlendirmeye çalıştık. Yine bu çerçevede, Türk sosyolojisinin kuruluşunda belirleyici katkıları olan iki düşünürümüz, Sabahattin Bey ve Ziya Gökalp üzerinde ayrıntılı bir şekilde durduk. Bu iki isim kadar ayrın- tılı olmasa da, Niyazi Berkes, Hilmi Ziya Ülken, Mübeccel B. Kıray, Şerif Mardin vb. gibi Türk sosyolojisinin gelişiminde önemli hizmetleri olmuş sosyologlarımızı değerlendirmeye çalıştık.

Klasik sosyal teorinin çağdaş toplumları açıklamada belli yaklaşımları, yönleri itibariyle yetersiz kaldığına ilişkin değerlendirme klasik sosyal teorinin belli noktalarda eleştirilmesine ihtiyaç doğurdu. Bu çerçevede, farklı bir dönemin toplumsal koşullarının ürünü ve belki de gereği olarak farklı konular üzerine yoğunlaşma ve bu yoğunlaşmaya bağlı olarak da yeni yaklaşımlar, bakış açılar, yöntemler, kavramsallaştırmalar ortaya çıktı. Bütün bunların bir sonucu olarak sembolik etkileşimcilikten etnometodolojiye, fenomenolojik sosyoloji- den çatışmacı kurama, yapısal-işlevselcilikten yeni-işlevselciliğe pek çok yeni sosyolojik yaklaşım ortaya çıktı. Derslerimizde bu yaklaşımlara ilişkin olarak, başlangıç düzeyinde bir değerlendirmede yapmaya ve sizlere farklı sosyoloji yapma tarzlarının olabileceğini göstermeye çalıştık.

Sosyolojiyi, sosyolojinin tarihini ve Türkiyedeki serüvenini kısaca tanıtmaya dönük bu genel değerlendirmelerden sonra, sosyolojinin kavramlarını, inceleme konularını tanıtmaya giriştik. Bu çerçevede, öncelikle, toplumsallaşma konusunu ele aldık. Ardından toplumsal grup ve toplumsal yığınlar, toplumsal statü ve toplumsal rol konularını ele aldık. Sonrasında da toplumsal tabakalaşma ve toplumsal hareketlilik konularıyla birlikte, bu dönemin konularını incelemeyi sonlandırdık.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder