İnsanlar, tarih boyu, içinde yaşadıkları gruplar ve toplumlar üzerinde gözlemde bulunmuş,
düşünceler ileri sürmüşlerdir. İlk
derslerimizde ifade ettiğimiz üzere, müstakil bir inceleme nesnesi olarak
‘toplum’u merkeze alan bir disiplin olarak sosyolojinin
ortaya çıkışı ise ancak 19. yüzyılda
mümkün olabilmiştir.
Sosyolojinin
hangi koşullar altında ortaya
çıktığı, hangi toplumsal problemleri hangi değerler doğrultu- sunda çözmek için
uğraş verdiği, bu hedef
doğrultusunda zaman içinde ne tür özellikler kazandığı ilk ders- lerimizde üzerinde
durmaya çalıştığımız konulardı. Yine bu süreçte, söz konusu hedefle doğrudan alakalı olarak gerek mevcut toplumsal krizlerin kökenini ve sebeplerini aramaya dönük bugüne ve geçmişe dönük uğraşlar ve –meşruiyetini
bugüne ve geçmişe dönük
araştırmaların bilimsel
olduğu ve dolayısıyla ulaşılan so- nuçların evrensel geçerliliğe sahip
bilimsel yasalar olarak
görülmesinden alan- gerekse de toplumun mevcut krizlerini çözmüş olarak gelecekte
nasıl bir şekil alabileceği –ve hatta alması gerektiği-
çerçevesinde pek çok
sosyal teori ortaya çıkmıştı. Bu teorilerin bir kısmını ortaklıkları ya da benzerlikleri nedeniyle aynı tarafta top- layabiliriz;
ancak geçmişte ve günümüzde
geliştirilen sosyal teorilerin bir
kısmı da birbirine karşıt, birbiriyle
çatışır, çelişir değerlendirmelere ve
içeriklere sahiptir.
Bu durum, her
şeyden önce bize, bir bilim anlayışı
çerçevesinde hareket ediyor, belli
yöntemsel kurallara riayet etmek zorunda
olsak bile, aynı inceleme nesnesiyle ilgili olarak aynı sonuçlara varmak zorunda olma- dığımızı gösteriyor. Başka bir
deyişle, yalnızca tek bir sosyoloji yapma
tarzı yok. Bu durum, toplumsal ilişkilere, toplumsal olgulara ve sorunlara farklı biçimlerde yaklaşma konusunda bize büyük bir özgürlük
alanı sağlar.
Sosyolojinin
geçmişinde siyaset felsefesi, tarih
felsefesi, evrim konusundaki biyolojik teoriler ve toplum- sal koşullar hakkında inceleme ve araştırma yapmayı gerektiren toplumsal ve
siyasal reform hareketlerinin
etkisini bulmak mümkündür. Bunlar arasından özellikle iki tanesi, tarih
felsefesi ve toplumsal araştırmalar sosyoloji
için özel bir öneme sahiptir.
İnsanlığın
gelişimini aşamalar halinde tasnifleme ve
mevcut duruma hangi safhalardan geçilerek gelindiğine ilişkin bir merak
ve bilgilenme isteği Batılı
düşünürler için özellikle önemli oldu. Bu çabanın, aynı zamanda, Batılı düşünürler için
mevcut durumlarını açıklamada kullanacakları belli bilgileri de beraberinde
getireceği açıktır.
Saint-Simon ve özellikle de Hegel’in bu alandaki
katkıları dikkat çekicidir. Tarih felsefesinin sosyolojiye felsefi düzlemdeki katkısı
gelişme ve ilerleme nosyonlarıyla, bilimsel alandaki
katkısı ise tarihsel
dönemler ve toplumsal tipler
tasnifleri vb. kavramlar bağlamında
oldu. Toplumu, ‘siyasal bir topluluk’
ya da devletten ayrı bir kavram haline getirenler de tarih felsefecileri
olmuştur.
Sosyolojide
ikinci önemli unsuru, iki farklı kaynaktan gelen toplumsal araştırma
sağlamıştır. Birincisi, doğa bilimlerinin yöntemlerinin ‘beşerî’ alanların incelenmesinde uygulanabileceğine ve uygulanmak gerek- tiğine, ‘beşerî’ olguların sınıflandırılabileceğine ve ölçülebileceğine olan inancın güçlenmesidir. İkincisi ise,
toplumsal sorunlara duyulan ilgidir.
Doğa bilimlerinin yüksek prestiji ve toplumsal
reform hareketleri saye- sinde toplumsal araştırma ve incelemeler, toplumu konu edinen bu yeni bilim dalı içerisinde de önemli bir
konum kazandı.
İlk derslerimizde
Tom Bottomore’dan alıntıladığımız bir paragraftan hareketle, ilk dönem sosyolojisinin belli başlı özelliklerine dikkat çekmeye çalışmıştık. Bu dönemin en önemli özelliklerinden bir tanesi, sosyoloji
alanında fikir ileri süren düşünürlerin çok kapsamlı tezler ileri sürmüş
olmalarıdır. Sosyolojinin kurumlaş-
ma dönemlerinde bu yaklaşım,
özellikle de –iktisatçılar, tarihçiler, siyaset
bilimciler vb. gibi- belli konularda uzmanlaşmış akademisyenler tarafından eleştirilmektedir. Ancak günümüzde bile sosyolojinin, ilk dönem
sosyolojisinin bu özelliğinden bütünüyle vazgeçtiğini
söylemek zor görünüyor.
İlk dönemde sosyolojiye
yöneltilen eleştiri ve itirazlar, sosyolojinin
diğer sosyal bilimlere yardımcı olmaktan ziyade, onların sonuçlarından kendi isteği
doğrultusunda serbestçe yararlanmak,
onları absorbe etmek ve belki de sömürmek gibi bir amaç güttüğü
şeklindeki önyargıdan kaynaklanıyordu büyük ölçüde.
Sonraki dönemin sosyologları, böyle
bir ihtiras sahibi olmadıklarını açıkça ifade ettiler.
Örneğin Durkheim,
sosyolojinin bağımsızlığını özellikle
vurgulamaya özen göstermesine
ve
ilgileneceği olguları belirlemeye özel bir önem vermesine karşın,
sosyolojinin ansiklopedik bir bilim olmaması
gerektiğini
de
düşünür; aynı şekilde, diğer bilimlerden bütünüyle izole olması gerektiği düşüncesinde de değildir.
Raymond Aron, German Sociology
(Londra, 1957) adlı eserinde, ansiklopedik niteliğinden dolayı sosyo- lojinin Almanya’da başlangıçta kabul görmediğini ifade eder. Bu ülkede, başka ülkelerdeki gibi sosyolojinin
inceleme alanının tanımlanması çabasıyla
işe başlanmış ve bu doğrultuda
Simmel’in etkisiyle toplumsal ya- şam ‘biçimleri’ diye soyut bir bilim kurulmaya çalışılmıştır. Bu yöndeki çabalara
karşı, Marx ve Marxizm’in etkisiyle, tarihsel yorumlamaya ve
kültür sosyolojisine yönelik ilgi var
olmaya devam etmiştir. Bu durumun izleri Weber’in yazılarında
bulunabilir.
Klasik
sosyologların yeni bilim dalının
alanını ve yöntemlerini oluşturmaya, ana toplumsal olguları araş- tırıp açıklayarak, bu bilimin değerli
ve önemli olduğunu göstermeye ve bu yeni bilim dalını
diğer disiplinler- le ilişkilendirmeye çalıştıklarını söyleyebiliriz. Ancak çağdaş sosyolojinin
bazı açılardan bu yaklaşımları bir kenara bıraktıklarını ve
farklı alanlara yöneldiklerini de ifade etmek gerekir. Talcott Parsons ve
takipçilerinin eserlerinde ve çalışmalarında karşımıza çıkan bazı kavramsal şemalar geliştirilmeye çalışılmış, bir taraftan
da anlamsız ve boşuna yapılmış çalışmalar olarak
değerlendirilebilecek kadar küçük ve
dar çerçeveli sorun- lar etrafında
çalışmalara, toplumsal araştırma tekniklerinin kullanımına abartılı bir ehemmiyet atfedilmiştir. Bununla paralel
olarak, sosyologlar diğer bilimlerin ilgi göstermedikleri ve bu nedenle de sosyolojinin
-dar anlamda- konusu sayılan belli konulara
ilgi gösterilmiştir. 1953-1954’te Amerikan sosyolojisinde yapılan in- celemeler üzerine yapılan bir inceleme, çalışmaların sayısal
olarak iki alanda yoğunlaştığını göstermektedir: Kent ve kentsel topluluklar üzerine araştırmalar ve aile ve
evlilik kurumu üzerine yapılanlar.
Bu eğilimler, bir dereceye kadar, sosyolojiye bağımsızlık kazandırmak, profesyonel bir niteliğe eriştirmek ve akademik bir disiplin olarak bilimsel bir karakter sağlamak
arzusundan da güç almıştır. Pratikte ise, top- lumsal hareketlilik konusundaki
çalışmalarda olduğu gibi bazı gerçek gelişmelere rağmen, başka bir yönde bir
sonuç doğurdu: Sosyolojinin gerek toplumsal düşünceye veya gerekse pratikteki toplumsal sorunların
çözümlenmesine yaptığı katkıların
değeri hakkında kuşku duyulmaya
başlanmıştır.
Hatta 1960’ların
sonları itibariyle ‘sosyolojinin bitip bitmediği’ sorgulanmaya başlanmıştır. Ancak gerek
ABD’de ve gerekse
de Avrupa’da gelişen
sosyal bilim araştırmaları, farklı bir yönde sosyolojinin gelişmesi- ni sağlamıştır. Sosyologlar bir
kez daha toplumsal yapının temel
görünümleri ve yapı değişimleri sorunları üzerinde durmaya, endüstriyel toplumun temel özelliklerini incelemeye, bilim ve teknik
alanlarındaki hızlı gelişmelerin toplumsal sonuçlarını araştırmaya, toplumsal hareketlerin ve devrimlerin kökenlerini ve yarata-
bilecekleri sonuçları düşünmeye,
endüstrileşme ve ekonomik gelişme
sürecini irdelemeye başlamışlardır.
Bu yeni tutum sayesinde, toplumsal olgulara karşı daha
sorgulayıcı, daha muhalif bir yaklaşımı
benimsemişler, ilk sosyologların sosyoloji anlayışlarına yaklaşmışlar, yaşadıkları toplumun tek düze yorumlanması ya da toplumsal olgu ve olayları sadece içinde bulundukları an itibariyle sınıflandırmakla yetinen sosyoloji
anlayı- şını yetersiz bulmaya başladılar. Bu yeni anlayışın belirtilerinden
biri toplumların tarihsel gelişimi konusuna karşı yeniden ilgi gösterilmesi olmuştur.
Diğeri, birincisiyle de yakından ilgili olan, topluma ilişkin bir
genel teori olarak yepyeni bir biçimde güçlenmesi ve yayılmasıdır.
Sosyoloji, sosyal antropoloji ile birlikte, toplumun belli bir tek yanını
değil de, toplumsal hayatı bir bü-
tün olarak ele almak isteyen,
toplumu oluşturan toplumsal gruplar ve
kurumlar arasındaki dokusal ilişkileri incelemeye kalkışan ilk bilim dalıdır.
Sosyolojinin temel anlayışı ya da yönetici ideası, bu açıdan, toplumsal yapıdır: Belirli bir toplumdaki eylem ya da davranış formları
arasındaki sistematik karşılıklı-ilişkilerdir. Sos- yoloğun daha önceleri
ampirik araştırmalardan çok, felsefî tasarımlarla kavranmaya çalışılan toplumsal ha- yatın önemli yanlarıyla ilgilenmesi de bu noktaya bağlanmaktadır: Aile ve akrabalık
ilişkileri, din ve ahlak, toplumsal tabakalaşma, şehir hayatı.
Yaygınlaşmaya başlayan
yeni antropolojik araştırma
yöntemlerinin de etkisiyle,
toplumların tarihsel ge- lişmeleri önemsenmeye, belirli tek bir toplumun
toplumsal hayatını
tam olarak tasvir
edebilmek için karşılaş- tırmalı çalışmalara girişmek istemediler. Öte yandan,
sosyologlar zaten kuruluşlarını tamamlamış –ekonomi,
siyaset bilim, hukuk, dinler tarihi
vb. gibi- bilim dallarıyla birlikte
çalışmak zorunda kalmışlar; toplumsal hayatın belirli
kurumları ya da alanları
ile toplumsal yapının diğer öğeleri (örneğin
dinsel ve ekonomik hayat,
mülkiyet, sınıflar ve siyaset) arasında
ilintileri göstererek ve çeşitli
tarihsel dönemlerde ya da çeşitli toplum tiplerinde bu ilintilerin devamlılığını ya da değişkenliğini açıklamak
için mukayeseli araştırmalar yapmanın
taşıdığı önemi göstermekle başla
başına önemli bir katkıda bulunmuşlardı. Son dönemde ise sosyoloji ile sosyal antropoloji arasındaki
mesafe gittikçe azalmaya başlamıştır. Bunun önemli sebeplerinden biri, sömür- gelerden yeni yeni
ulusların oluşması ve ekonomik
yönden gelişmemiş bu ülkelerin hızla gelişmek istemele- ridir. Bu durum yeni sorunlar
yaratmıştır. Bu sorunların anlaşılması, kavranması, çözümlenebilmesi için hem
geleneksel toplum biçimleri hakkında bilgiye, hem de endüstrileşmenin toplumsal süreci hakkında tarihsel
ve mukayeseli bir görüşe sahip olmak
gerekmektedir.
Sonuç olarak
Sosyolojinin ortaya çıkışı,
ortaya çıktığı dönemin toplumsal
sorunları, bu toplumsal
sorunları çözümlemek için geliştirilen yöntemler, kavramlar ve teoriler
üzerinde ilk derslerimizde durmaya çalışmıştık. Sosyolojinin ilk dönemine ilişkin
genel bir tarihsel
ve toplumsal değerlendirme, klasik sosyologlar olarak adlandırdığımız
Comte, Marx, Durkheim ve Weber’den kısaca bahsettik. Düşüncelerini, kaygılarını ve toplum tasarıları üze- rinde kısaca durmaya çalıştık.
19. yüzyılda devletin kurtuluşu için bir çözüm olarak
batılılaşmaya karar veren Osmanlı Devleti’nde, kabul edilen bu devlet
siyasetinin bir sonucu olarak ‘modern
sanayi toplumunun bilimi olarak’ değerlendi- rilen sosyoloji bilimi de, devleti kurtarma hedefiyle yola çıkan Osmanlı
aydınlarının gündeme geldi. Hem
bu ilgilenmenin tarihsel süreci ve
bu süreçte Türk sosyolojisinin kazandığı genel özellikleri tespit etmeye ve
değerlendirmeye çalıştık. Yine bu çerçevede, Türk sosyolojisinin kuruluşunda belirleyici katkıları olan
iki düşünürümüz, Sabahattin Bey ve Ziya Gökalp üzerinde ayrıntılı bir şekilde durduk. Bu iki isim kadar ayrın-
tılı olmasa da, Niyazi Berkes, Hilmi
Ziya Ülken, Mübeccel B. Kıray, Şerif
Mardin vb. gibi Türk sosyolojisinin gelişiminde önemli hizmetleri olmuş
sosyologlarımızı değerlendirmeye
çalıştık.
Klasik sosyal teorinin
çağdaş toplumları açıklamada belli yaklaşımları, yönleri itibariyle yetersiz
kaldığına ilişkin değerlendirme klasik sosyal teorinin belli noktalarda eleştirilmesine ihtiyaç doğurdu. Bu çerçevede, farklı bir dönemin toplumsal koşullarının ürünü ve belki de gereği
olarak farklı konular
üzerine yoğunlaşma ve bu yoğunlaşmaya bağlı olarak da yeni yaklaşımlar, bakış açılar, yöntemler, kavramsallaştırmalar ortaya
çıktı. Bütün bunların bir sonucu olarak sembolik
etkileşimcilikten etnometodolojiye, fenomenolojik sosyoloji- den çatışmacı kurama, yapısal-işlevselcilikten yeni-işlevselciliğe pek çok yeni sosyolojik yaklaşım ortaya çıktı. Derslerimizde bu yaklaşımlara ilişkin olarak, başlangıç
düzeyinde bir değerlendirmede yapmaya ve
sizlere farklı sosyoloji yapma
tarzlarının olabileceğini göstermeye
çalıştık.
Sosyolojiyi, sosyolojinin tarihini ve Türkiye’deki serüvenini kısaca tanıtmaya dönük bu genel değerlendirmelerden sonra, sosyolojinin
kavramlarını, inceleme konularını tanıtmaya
giriştik. Bu çerçevede, öncelikle, toplumsallaşma konusunu
ele aldık. Ardından
toplumsal grup ve toplumsal
yığınlar, toplumsal statü ve toplumsal rol konularını ele aldık. Sonrasında da toplumsal tabakalaşma ve toplumsal hareketlilik konularıyla
birlikte, bu dönemin konularını incelemeyi sonlandırdık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder