Site/Polis
Düzeninin Düşüş ve Çöküşü
Eflatun ve Aristo’nun site yönetiminin aksayan taraflarını düzeltmeye çalışan
düşünürler olduklarını
gördük. Ne var ki Eflatun’un
eğitilmiş vatandaşların egemenliği düşüncesi
de, Aristo’nun savunduğu
ılım- lılık ve orta sınıfın
egemenliği önerisi de polis’in
çöküşünü engelleyememiştir. Meydana gelen toplumsal-si- yasal-ekonomik gelişmeler sitenin
boyutlarını aşan yeni bir devlet modelinin ortaya çıkmasıyla
sonuçlandı. Yeni dönemde
Yunan sitelerini içeren monarşiler kuruldu.
İskender’in kurduğu
Makedonya Krallığı
ve Roma İmparatorluğu bunlar arasındadır.
Ekonomik
ilişkilerin gelişmesi, kendi kendine yeterlik
ilkesi (otarşi) ilkesi üzerine kurulu site-devleti
sarsan başlıca nedenlerdendir. Ayrıca, toplumsal sınıflar
arasında giderek artan servet farkı, varlıklılar ile yoksullar arasındaki mesafenin artması
– daha önce Eflatun ve Aristo’nun belirttiği gibi – site düzenini
tehdit eden bir unsur haline gelmişti. Zenginlerin çıkarları, üretimin ve ticari bağların artmasına imkân tanımayan site düzeninden değil, Makedonya gibi büyük devletlerden,
konfederasyon ve monarşilerden yanaydı. İs- kender, zenginliklerin yeniden paylaşılması için baş gösterecek ayaklanmaları bastırma sözü vermekteydi.
Girilen bu yeni dönemle
siteler tarih sahnesinden çekilmekte; bunların yerini, siteleri
de bünyesinde toplayan büyük monarşik devletler almaktaydı.
Aristo
sonrasında, yani polis düzeninin
düşüş yıllarında, yeni felsefi
akımlar da doğmuştur. Helenistik
dönem olarak adlandırılan bu evrede ortaya çıkan önemli
isimlerinden bir M.Ö. 341-270
yılları arasında ya- şayan
Epikür’dür. Epikür’ün düşünceleri yaşadığı bunalım döneminin karakteristik özelliklerini sergilemek- tedir. Bireyin siyasi kararlara katılımının artık mümkün olmadığı,
yani vatandaşlık niteliğini
kaybettiği bu dönemde, Epikür materyalist düşüncenin temellerini atıyor. Ona göre insan, kısa hayatını mümkün oldu-
ğu kadar mutlu bir şekilde yaşamalı ve bunu başarabilmek için de kader
karşısında ilgisiz kalmalı. Ölümle ilgili şu meşhur sözü aslında onun – yaşam – felsefesini özetler: “Ölümden
korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur,
ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz”.
Vatandaşlık kavramının değerini yitirdiği, bireyin
yönetimde artık söz sahibi olmadığı
bu dönemde, Epi- kür insana kısaca şu tavsiyede bulunur: Kendi irade ve isteğinle değiştiremeyeceğin şeyler karşısında ilgisiz kal. Epikür’ün bu tavsiyesi, yönetimle
ilgilenmemeyi, genel olarak siyasetten
uzak durmayı da kapsamakta-
dır.
Yunan’dan Roma’ya Geçiş: Stoacılık
Aristo sonrası
Helenistik dönemin en önemli düşünce sistemidir. Eski Yunan düşüncesinden Roma’ya
geçiş sürecinde ortaya çıkmış ve Hıristiyan felsefesini de etkilemiştir. Kurucusu Kıbrıslı Zenon
(334-262)’dur. Stoacılar felsefe
olarak, doğaya uygun yaşamayı benimsemiş ve dünya
vatandaşlığını savunmuşlardır. Epi-
kür felsefesine idealist bir içerik kazandırmışlardır. İnsanın, mutluluğu dışarıda, dış koşullarda değil kendi içinde araması gerektiğini savunmuşlardır. Evren düzenli ve üstün bir düzenin yansımasıdır. Böyle üstün
bir
düzen ancak belli bir plana göre hareket eden üstün bir aklın, yani Tanrı’nın eseri olabilir. İnsan da tanrısal
bir kaynaktan gelmektedir.
Stoacılar, tüm
insanların evrene hâkim olan logosun (Tanrı)
çocukları olduğuna inandıkları için tek bir dünya devletinin olması
gerektiğini savunurlar. Tanrı’nın
koyduğu, insan tabiatına uygun ve
değişmez ku- rallar mevcuttur. “Doğal
yasalar” ya da “doğal hukuk” adı verilen bu kurallar, devletin koyduğu
yasalardan üstündür. Doğal
hukuk, zaman ve mekân üstüdür, her
insan için aynı ve geçerlidir. İnsan
yapısı olan devlet, mülkiyet, kölelik vs. doğal değil
yapay kurumlardır ve doğal yaşama terstir.
Stoacılığa ait tüm bu düşünceler daha sonraki dönemlerde
Hıristiyanlık tarafından kısmen yeniden yorumlanarak benimsenecektir.
Roma: Hukuk ve Siyasi Kurumlar
Eski Yunan’daki siyasi
düşünce zenginliğine Roma’da rastlamak mümkün değil. Hukukun
vatanı kabul edilen Roma, siyasi
kuramlara, devlet doktrinlerine
fazla önem vermemiştir. Yönetim
doğrudan hukukla beslenmiştir. Çok fazla siyasetçi,
asker ve yönetici çıkmasına rağmen
Roma medeniyetinin siyasi düşünceye önemli bir katkısının olduğunu söylemek pek mümkün değildir.
Roma döneminde siyasi düşünceye katkıda bulunan nadir
düşünürlerin başında Çiçeron (M.Ö. 106-43) gelmektedir. Çiçeron, karma bir
yönetim savunmaktadır. İktidar ancak kral, seçkinler ve halk arasında pay- laşılırsa
dengeli bir yönetim
mümkün olabilir düşüncesini savunur. Monarşi, aristokrasi ve demokrasi tek başlarına uygulanırlarsa
yozlaşmaları kaçınılmazdır.
Roma İmparatorluğu’nun dünya çapında
bir hedefi vardı: “pax romana”, yani bir dünya barışı kurmak.
Romalılar kendi kurumlarına son derece güvendikleri
için yönetim biçimleri ile ilgili herhangi bir tartışmaya gerek duymamışlardır. Eski Yunan siyasi düşüncesinin kendilerine açtığı yoldan ilerlemekle yetinmişlerdir.
Roma dönemi,
siyasi düşünceler ile değil
daha çok siyasi kurumlarla temayüz etmekte, ön plana çıkmak- tadır. Şayet konumuz
siyasi düşünceler değil de siyasi kurumlar
tarihi olsaydı İlk Çağ’ı incelerken, Yunan medeniyetinden
çok Roma medeniyeti üzerinde
durmamız gerekirdi. Bu dönemde Roma’da
ortaya çıkan siyasi kurumların, sonraki çağların siyasi düşüncesine önemli yansımaları olmuştur. Bu kurumların başında monarşi ve cumhuriyetin
ardından kurulan imparatorluk gelmektedir.
Roma’nın yayılma siyaseti zaman içinde daha güçlü, kutsallaştırılmış tek bir şefi (imparator ) gerekli kıl- mıştır. Bu duruma paralel
olarak, imparatorun emirlerini yukarıdan aşağıya doğru her yerde ve hemen yerine
getirebilecek merkezî bir yönetimin, idarî mekanizmanın ve güçlü bir bürokrasinin kurulması gerekmiştir. Roma’da, maliyeti
çok fazla olan bu devasa – merkezî ve bürokratik – devlet örgütünü besleyecek,
finanse edecek güçlü bir vergi
sistemi de gelişmiştir.
Yunan medeniyetinde ayrı bir uğraş olarak görülmeyen hukukçuluk, Romalılar için en temel ve vaz-
geçilmez bir faaliyet haline
gelmiştir. Roma’da son derece katı
bir özel hukuk gelişmiştir. Yaratılan
kamu hukuku ise “imperium”
(kamu gücü) üzerine temellendiriliyor. Kamu gücü (kamu otoritesi), Roma halkının
verdiği vekâletle imparatora devredilmiştir. Bu devir, cumhuriyetin ardından kurulan
imparatorluğun, önce- ki dönemden
(cumhuriyet yönetiminden) ne kadar çok etkilendiğinin bir göstergesidir. Son tahlilde emretme gücü olarak niteleyebileceğimiz egemenlik kuramsal olarak
Roma halkında kalmakta, kullanımı ise bir şefe yani Sezar’a (Roma imparatorlarının unvanı) terk edilmekteydi. Böylece mutlak iktidar (Sezarların
iktidarı), kuramsal olarak demokratik bir temele oturtuluyordu. Halkın
iktidarı, halkın verdiği vekâlet yoluyla bir im- paratora devredilmiş oluyordu.
Kesinliği
tartışmalı olmakla birlikte, Markos İncili’nde Hz. İsa’ya atfedilen meşhur
bir söz vardır: “Se- zar’ın olanı Sezar’a verin, Tanrı’nın
olanı da Tanrı’ya”.
Bu söz genellikle devlete ait olanı
devlete vermek ge- rektiği şeklinde
yorumlanmaktadır. Bu sözüyle Hz.
İsa’nın cismani güç (devlet) ile
ruhani güç (Tanrı) arasın- da bir ayrım yaptığı ileri
sürülmektedir. Gerçekten böyle olup olmadığını anlamak
için, Markos’ta zikredilen sözün öncesi ve sonrasına bakmak ve metnin bütünlüğü içerisinde değerlendirmek
gerekir:
“İsa’yı
kendi sözüyle tuzağa düşürmek amacıyla, Ferisiler ile Herodesçiler’den
bazılarını O’nun ya- nına gönderdiler. Adamlar O’na gelip,
‘Ey Öğretmen!’ dediler,
‘Senin gerçek olduğunu
biliyoruz, hiç kimseden çekindiğin de yok. Çünkü kayırıcılık yapan biri değilsin. Tersine, Tanrı yolunu doğrulukla
öğretiyorsun.
Sezar’a vergi ödemek yasal mı, yoksa değil mi? Ödeyelim mi, ödemeyelim mi?’
İsa onların ikiyüzlülüğünü bildiğinden, ‘Neden beni denemeye kalkışıyorsunuz?’ dedi, ‘Bana bir dinar
getirin de göreyim.’ Getirdiler. İsa
sordu: ‘Bu gördüğünüz yüz ve yazı
kimindir?’ Onlar, ‘Se- zar’ın’ dediler. Bunun üzerine İsa, ‘Sezar’ın hakkını Sezar ’a, Tanrı’nın hakkını da Tanrı’ya verin’
dedi. O’nun bu yanıtına
şaşakaldılar”.
Markos’ta
zikredilen bu metin bir bütün halinde değerlendirildiğinde, Hz. İsa’nın
kendisini suç işleme- ye itmek için
sınamak isteyenlere karşı alaycı ve bir o kadar anlamlı bir cevap verdiği
anlaşılmaktadır. Hz. İsa, üzerinde resmi olduğu için kendisine ait olduğu belli
olan Sezar’ın parasını yine ona vermek gerektiğini söylemektedir. Sezar ’ın hakkı olan şey sadece
ve sadece bundan ibarettir. Onun, insan hayatı ve ölümü üzerinde hakkı olmadığı gibi,
insanları savaşa sokmaya ve
ülkeleri işgal etmeye hakkı yoktur.
Böylece, onun dışında kalan şeyleri
ise, onların sahibi olan Tanrı›ya vermek gerektiğini belirtmektedir. Böylece, yegâne itaat edilmeye ve yüceltilmeye layık olanın Tanrı olduğunu vurgulamaktadır.
Hz. İsa’nın
bu sözü, genellikle laikliğin tarihsel temel dayanaklarından biri olarak değerlendirilmektedir. Ancak bu
değerlendirme, yukarıdaki açıklamalarımız ışığında bakıldığında pek isabetli
görülmemektedir. Hata payı yüksek olmakla beraber,
genel kabul görmüş ve Hıristiyanlığın
laiklik düşüncesine açık, hatta bu düşünceyi hazırlayan bir inanç sistemi olduğu yönündeki bu
iddiaya göz atmakta fayda var.
Söz konusu iddiaya göre, Hz. İsa’nın bu sözü, yasa ve
teamül yoluyla konulmuş vergilere, yargı yetkisi- ne, yürürlükteki siyasi kurumlara, kısacası yerleşik düzene
saygı göstermenin gerekliliğine işaret etmektedir.
Nitekim Hıristiyanlığın
kurumsallaşmış sürdürücüsü olan Kilise,
Hz. İsa’nın bu sözüne binaen,
feodal düze- nin de kapitalist
düzenin de savunuculuğunu yapmıştır.
Hıristiyanlık
ile birlikte İlk Çağ’ın monist
(tekçi) yapısı
yerini düalist (ikici) bir yapıya bırakmıştır. Önceki dönemde, site-devlet
her şeyi içermekteyken, din-devlet,
dünyevi-uhrevi, ruhani-cismani
ayrımı söz konusu değilken, Hıristiyanlığın
yukarıda belirttiğimiz – yanlış – yorumu neticesinde bu ayrımlar ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlık ikici bir dünya
görüşünün doğuşuna neden olmuştur. Bir Hıristiyan iki ayrı otoritenin buyruğu
altındadır: Sezar’ın ve Tanrı’nın.
İşte bu ikici görüş, din işleriyle
dünya işlerini birbirinden ayırmak
anlamına gelen laikliğin ileriki
dönemlerde Batı’da yerleşip kök salmasını
kolaylaştırmıştır. Hıristiyanlık düşüncesinin bu ikici yapısı Batı siyasi düşüncesinin belirleyici niteliklerinden birini teşkil
etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder