18 Ocak 2014 Cumartesi

Site/Polis Düzeninin Düşüş ve Çöküşü

Site/Polis Düzeninin Düşüş ve Çöküşü

Eflatun ve Aristo’nun site yönetiminin aksayan taraflarını düzeltmeye çalışan düşünürler olduklarını gördük. Ne var ki Eflatun’un eğitilmiş vatandaşların egemenliği düşüncesi de, Aristo’nun savunduğu ılım- lılık ve orta sınıfın egemenliği önerisi de polis’in çöküşünü engelleyememiştir. Meydana gelen toplumsal-si- yasal-ekonomik gelişmeler sitenin boyutlarını aşan yeni bir devlet modelinin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Yeni dönemde Yunan sitelerini içeren monarşiler kuruldu. İskender’in kurduğu Makedonya Krallığı ve Roma İmparatorluğu bunlar arasındadır.

Ekonomik ilişkilerin gelişmesi, kendi kendine yeterlik ilkesi (otarşi) ilkesi üzerine kurulu site-devleti sarsan başlıca nedenlerdendir. Ayrıca, toplumsal sınıflar arasında giderek artan servet farkı, varlıklılar ile yoksullar arasındaki mesafenin artması daha önce Eflatun ve Aristo’nun belirttiği gibi site düzenini tehdit eden bir unsur haline gelmişti. Zenginlerin çıkarları, üretimin ve ticari bağların artmasına imkân tanımayan site düzeninden değil, Makedonya gibi büyük devletlerden, konfederasyon ve monarşilerden yanaydı. İs- kender, zenginliklerin yeniden paylaşılması için baş gösterecek ayaklanmaları bastırma sözü vermekteydi. Girilen bu yeni dönemle siteler tarih sahnesinden çekilmekte; bunların yerini, siteleri de bünyesinde toplayan büyük monarşik devletler almaktaydı.

Aristo sonrasında, yani polis düzeninin düşüş yıllarında, yeni felsefi akımlar da doğmuştur. Helenistik dönem olarak adlandırılan bu evrede ortaya çıkan önemli isimlerinden bir M.Ö. 341-270 yılları arasında ya- şayan Epikürr. Epikür’ün düşünceleri yaşadığı bunalım döneminin karakteristik özelliklerini sergilemek- tedir. Bireyin siyasi kararlara katılımının artık mümkün olmadığı, yani vatandaşlık niteliğini kaybettiği bu dönemde, Epikür materyalist düşüncenin temellerini atıyor. Ona göre insan, kısa hayatını mümkün oldu- ğu kadar mutlu bir şekilde yaşamalı ve bunu başarabilmek için de kader karşısında ilgisiz kalmalı. Ölümle ilgili şu meşhur sözü aslında onun – yaşam – felsefesini özetler: “Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz”.

Vatandaşlık kavramının değerini yitirdiği, bireyin yönetimde artık söz sahibi olmadığı bu dönemde, Epi- kür insana kısaca şu tavsiyede bulunur: Kendi irade ve isteğinle değiştiremeyeceğin şeyler karşısında ilgisiz kal. Epikür’ün bu tavsiyesi, yönetimle ilgilenmemeyi, genel olarak siyasetten uzak durmayı da kapsamakta- dır.




Yunandan Romaya Geçiş: Stoacılık

Aristo sonrası Helenistik dönemin en önemli düşünce sistemidir. Eski Yunan düşüncesinden Romaya geçiş sürecinde ortaya çıkmış ve Hıristiyan felsefesini de etkilemiştir. Kurucusu Kıbrıslı Zenon (334-262)dur. Stoacılar felsefe olarak, doğaya uygun yaşamayı benimsemiş ve dünya vatandaşlığını savunmuşlardır. Epi- kür felsefesine idealist bir içerik kazandırmışlardır. İnsanın, mutluluğu dışarıda, dış koşullarda değil kendi içinde araması gerektiğini savunmuşlardır. Evren düzenli ve üstün bir düzenin yansımasıdır. yle üstün bir


düzen ancak belli bir plana göre hareket eden üstün bir aklın, yani Tanrı’nın eseri olabilir. İnsan da tanrısal bir kaynaktan gelmektedir.

Stoacılar, tüm insanların evrene hâkim olan logosun (Tanrı) çocukları olduğuna inandıkları için tek bir dünya devletinin olması gerektiğini savunurlar. Tanrı’nın koyduğu, insan tabiatına uygun ve değişmez ku- rallar mevcuttur. “Doğal yasalar” ya da “doğal hukuk” adı verilen bu kurallar, devletin koyduğu yasalardan üstündür. Doğal hukuk, zaman ve mekân üstüdür, her insan için aynı ve geçerlidir. İnsan yapısı olan devlet, mülkiyet, kölelik vs. doğal değil yapay kurumlardır ve doğal yaşama terstir. Stoacılığa ait tüm bu düşünceler daha sonraki dönemlerde Hıristiyanlık tarafından kısmen yeniden yorumlanarak benimsenecektir. 

ROMA’DA VE HIRISTİYANLIK’TA SİYASİ DÜŞÜNCE 

Roma: Hukuk ve Siyasi Kurumlar


Eski Yunandaki siyasi düşünce zenginliğine Romada rastlamak mümkün değil. Hukukun vatanı kabul edilen Roma, siyasi kuramlara, devlet doktrinlerine fazla önem vermemiştir. Yönetim doğrudan hukukla beslenmiştir. Çok fazla siyasetçi, asker ve yönetici çıkmasına rağmen Roma medeniyetinin siyasi düşünceye önemli bir katkısının olduğunu söylemek pek mümkün değildir.

Roma döneminde siyasi düşünceye katkıda bulunan nadir düşünürlerin başında Çiçeron (M.Ö. 106-43) gelmektedir. Çiçeron, karma bir yönetim savunmaktadır. İktidar ancak kral, seçkinler ve halk arasında pay- laşılırsa dengeli bir yönetim mümkün olabilir düşüncesini savunur. Monarşi, aristokrasi ve demokrasi tek başlarına uygulanırlarsa yozlaşmaları kaçınılmazdır.

Roma İmparatorluğu’nun dünya çapında bir hedefi vardı: pax romana”, yani bir dünya barışı kurmak. Romalılar kendi kurumlarına son derece güvendikleri için yönetim biçimleri ile ilgili herhangi bir tartışmaya gerek duymamışlardır. Eski Yunan siyasi düşüncesinin kendilerine açtığı yoldan ilerlemekle yetinmişlerdir.

Roma dönemi, siyasi düşünceler ile değil daha çok siyasi kurumlarla temayüz etmekte, ön plana çıkmak- tadır. Şayet konumuz siyasi düşünceler değil de siyasi kurumlar tarihi olsaydı İlk Çağ’ı incelerken, Yunan medeniyetinden çok Roma medeniyeti üzerinde durmamız gerekirdi. Bu dönemde Romada ortaya çıkan siyasi kurumların, sonraki çağların siyasi düşüncesine önemli yansımaları olmuştur. Bu kurumların başında monarşi ve cumhuriyetin ardından kurulan imparatorluk gelmektedir.

Roma’nın yayılma siyaseti zaman içinde daha güçlü, kutsallaştırılmış tek bir şefi (imparator ) gerekli kıl- mıştır. Bu duruma paralel olarak, imparatorun emirlerini yukarıdan aşağıya doğru her yerde ve hemen yerine getirebilecek merkezî bir yönetimin, idarî mekanizmanın ve güçlü bir bürokrasinin kurulması gerekmiştir. Romada, maliyeti çok fazla olan bu devasa – merkezî ve bürokratik – devlet örgütünü besleyecek, finanse edecek güçlü bir vergi sistemi de gelişmiştir.

Yunan medeniyetinde ayrı bir uğraş olarak görülmeyen hukukçuluk, Romalılar için en temel ve vaz- geçilmez bir faaliyet haline gelmiştir. Romada son derece katı bir özel hukuk gelişmiştir. Yaratılan kamu hukuku ise imperium” (kamu gücü) üzerine temellendiriliyor. Kamu gücü (kamu otoritesi), Roma halkının verdiği vekâletle imparatora devredilmiştir. Bu devir, cumhuriyetin ardından kurulan imparatorluğun, önce- ki dönemden (cumhuriyet yönetiminden) ne kadar çok etkilendiğinin bir göstergesidir. Son tahlilde emretme gücü olarak niteleyebileceğimiz egemenlik kuramsal olarak Roma halkında kalmakta, kullanımı ise bir şefe yani Sezara (Roma imparatorlarının unvanı) terk edilmekteydi. Böylece mutlak iktidar (Sezarların iktidarı), kuramsal olarak demokratik bir temele oturtuluyordu. Halkın iktidarı, halkın verdiği vekâlet yoluyla bir im- paratora devredilmiş oluyordu.


Hıristiyanlık: Laiklik Fikrinin Doğuşu

  
 Kesinliği tartışmalı olmakla birlikte, Markos İncili’nde Hz. İsaya atfedilen meşhur bir söz vardır: “Se- zar’ın olanı Sezara verin, Tanrı’nın olanı da Tanrıya”. Bu söz genellikle devlete ait olanı devlete vermek ge- rektiği şeklinde yorumlanmaktadır. Bu sözüyle Hz. İsa’nın cismani güç (devlet) ile ruhani güç (Tanrı) arasın- da bir ayrım yaptığı ileri sürülmektedir. Gerçekten yle olup olmadığını anlamak için, Markos’ta zikredilen sözün öncesi ve sonrasına bakmak ve metnin bütünlüğü içerisinde değerlendirmek gerekir:

“İsayı kendi sözüyle tuzağa düşürmek amacıyla, Ferisiler ile Herodesçilerden bazılarını O’nun ya- nına gönderdiler. Adamlar O’na gelip, ‘Ey Öğretmen!’ dediler, ‘Senin gerçek olduğunu biliyoruz, hiç kimseden çekindiğin de yok. Çünkü kayırıcılık yapan biri değilsin. Tersine, Tanrı yolunu doğrulukla


öğretiyorsun. Sezara vergi ödemek yasal mı, yoksa değil mi? Ödeyelim mi, ödemeyelim mi?’

İsa onların ikiyüzlülüğünü bildiğinden, ‘Neden beni denemeye kalkışıyorsunuz?’ dedi, ‘Bana bir dinar getirin de göreyim.’ Getirdiler. İsa sordu: ‘Bu gördüğünüz yüz ve yazı kimindir?’ Onlar, ‘Se- zar’ın’ dediler. Bunun üzerine İsa, ‘Sezar’ın hakkını Sezar a, Tanrı’nın hakkını da Tanrıya verin’ dedi. O’nun bu yanıtına şaşakaldılar”.

Markos’ta zikredilen bu metin bir bütün halinde değerlendirildiğinde, Hz. İsa’nın kendisini suç işleme- ye itmek için sınamak isteyenlere karşı alaycı ve bir o kadar anlamlı bir cevap verdiği anlaşılmaktadır. Hz. İsa, üzerinde resmi olduğu için kendisine ait olduğu belli olan Sezar’ın parasını yine ona vermek gerektiğini söylemektedir. Sezar ’ın hakkı olan şey sadece ve sadece bundan ibarettir. Onun, insan hayatı ve ölümü üzerinde hakkı olmadığı gibi, insanları savaşa sokmaya ve ülkeleri işgal etmeye hakkı yoktur. Böylece, onun dışında kalan şeyleri ise, onların sahibi olan Tanrı›ya vermek gerektiğini belirtmektedir. Böylece, yegâne itaat edilmeye ve yüceltilmeye layık olanın Tanrı olduğunu vurgulamaktadır.

Hz. İsa’nın bu sözü, genellikle laikliğin tarihsel temel dayanaklarından biri olarak değerlendirilmektedir. Ancak bu değerlendirme, yukarıdaki açıklamalarımız ışığında bakıldığında pek isabetli görülmemektedir. Hata payı yüksek olmakla beraber, genel kabul görmüş ve Hıristiyanlığın laiklik düşüncesine açık, hatta bu düşünceyi hazırlayan bir inanç sistemi olduğu yönündeki bu iddiaya göz atmakta fayda var.

Söz konusu iddiaya göre, Hz. İsa’nın bu sözü, yasa ve teamül yoluyla konulmuş vergilere, yargı yetkisi- ne, yürürlükteki siyasi kurumlara, kısacası yerleşik düzene saygı göstermenin gerekliliğine işaret etmektedir. Nitekim Hıristiyanlığın kurumsallaşmış sürdürücüsü olan Kilise, Hz. İsa’nın bu sözüne binaen, feodal düze- nin de kapitalist düzenin de savunuculuğunu yapmıştır.

Hıristiyanlık ile birlikte İlk Çağ’ın monist (tekçi) yapısı yerini düalist (ikici) bir yapıya bırakmıştır. Önceki dönemde, site-devlet her şeyi içermekteyken, din-devlet, dünyevi-uhrevi, ruhani-cismani ayrımı söz konusu değilken, Hıristiyanlığın yukarıda belirttiğimiz – yanlış yorumu neticesinde bu ayrımlar ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlık ikici bir dünya görüşünün doğuşuna neden olmuştur. Bir Hıristiyan iki ayrı otoritenin buyruğu altındadır: Sezar’ın ve Tanrı’nın. İşte bu ikici görüş, din işleriyle dünya işlerini birbirinden ayırmak anlamına gelen laikliğin ileriki dönemlerde Batıda yerleşip kök salmasını kolaylaştırmıştır. Hıristiyanlık düşüncesinin bu ikici yapısı Batı siyasi düşüncesinin belirleyici niteliklerinden birini teşkil etmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder