Toplumsal
Hareketlilik (Sosyal Mobilite)
Toplumsal tabakalaşma sürecini ele
alırken, sıklıkla bir ‘hareketlilik’ kavramından söz edildiği hatırlana-
caktır. Özellikle de tabakalaşma türlerinin/sistemlerinin değerlendirilmesinde ve ayrıştırılmasında kullanılan
ölçütlerden bir tanesi –belki de başlıcası- tabakalar arasındaki geçişlere izin
verilip verilmediğiydi, başka bir deyişle, açık ya da kapalı oluşlarıydı.
Hareketlilik,
kişilerin fizik mekanda veya
sosyal yapıdaki her tür hareketine veya göçüne işaret eder. Fi- ziksel ve sosyal
hareketlilik arasında elbette bir
farklılık vardır. Fiziksel hareketliliği genellikle göç
olarak ad- landırırız ve bu anlamda
coğrafî bir alanda bir başka coğrafî alana göç çağdaş dünyada hızla artan bir olgu durumundadır.
Toplumsal
hareketlilik ise, bir kişi ya da grubun statüsünün değişimine işaret eder. Herhangi bir
toplum- daki toplumsal tabakalaşma sistemi içinde –genellikle bireylerin, ama bazen grupların tamamının-
farklı ko- numlar arasındaki hareketine işaret eden bir kavramdır. Başka bir
deyişle, toplumsal hareketlilik bireylerin
ve grupların statüler arasındaki
giriş çıkışlarına verilen isimdir.
Toplumsal hareketlilik, bireylerin
statülerin- deki değişmenin yönü açısından aşağı ve yukarı ya da
benzer statüler arasında söz konusu olabilir. Dolayı- sıyla da dikey (sınıfsal)
ve yatay (meslekî, coğrafî)
hareketlilik tipleri ortaya
çıkmaktadır.
Dikey hareketlilik, yapay hareketlilikten daha önemsenen ve daha fazla tartışılan bir hareketlilik
tipidir. Kişilerin bir statüden bir diğerine, bir sınıftan bir diğerine
geçişini ifade eder. Dikey hareketliliği etkileyen etmenler ve
koşullar, yatay hareketliliği etkileyenlerden çok daha fazla sayıda ve çok daha fazla karmaşıktır. Aşağı veya
yukarı yönde gerçekleşebilir ve bu
iki statü ya da sınıf arasındaki
fark da birey açısından son de- rece önemlidir. Dikey hareketlilikte yukarıya doğru olan geçişlere ‘sınıf atlama’,
aşağıya doğru olanlarına da
‘sınıf düşme’ diyebiliriz.
Yatay
hareketlilik ise, aynı toplumsal düzeydeki farklı grup, durum veya
birimlere, örneğin meslek ya da
ailelere geçişi ifade etmektedir. Teorik
olarak, aynı toplumsal sınıf içerisindeki kişiler kabaca aynı sta- tü
ölçütlerini aynı derecelerde paylaştıkları
için bir diğerine doğru ilerlerler. Yatay
hareketlilik, kişiler için
önemlidir;
çünkü ilişkide bulunduğu kişiler değişmektedir. Ancak toplumsal benliğin (sosyal
kişiliğin) yeni kişilere veya
ilişkilere uyarlanması –eğer
gerçekten de aynı sınıftan iseler- çok da güç olmamaktadır. Aileleri birbirlerini tanımasalar da, aynı
toplumsal sınıftan olan kişilerin evlilikleri
bu duruma bir örnektir. Aynı ta- baka
içerisindeki farklı alt-sınıflar arasında
birtakım farklılıkların olabilmesi mümkün olduğu için, bu tür bir durumdaki evliliklerin, dikey hareketlilik olarak
değerlendirilebilmesi de mümkündür elbette.
Toplumsal hareketlilik karmaşık bir süreçtir.
Bu süreç, dikey ya da yatay yönlerdeki işleyişinin yanı sıra, dikkate alınması gereken başka
bazı boyutlara daha sahiptir: Bu boyutlardan bir tanesi zamandır. Yani hare- ketlilik kuşaklar arasında ya da kuşak içinde incelenebilir.
İkincisi, kişilerin ne kadar bir süre içerisinde statü değiştirebildiklerini
gösteren hareketliliğin hızıdır.
Hareketliliğin hangi kurum ya da
toplumsal çevre içeri- sinde gerçekleştiğini gösteren hareketliliğin bağlamı üçüncü boyutu oluşturur. Dördüncü bir boyut; bireylerin tabakalaşma sistemindeki statülere
geçişlerini yükleme, erişme, olgunlaşma, yasallaşma
vb. gibi kavramlar aracılığıyla
tasvirini sağlayan hareketliliği
düzenleyici mekanizmalarla alakalıdır. Beşincisi, hareketliliğin birimleridir. Hareketlilik bireyler, gruplar, tabakalar ve hatta
tüm toplumu kapsayıcı olabilir. Toplumun ta- mamını kuşatan bir
hareketlilik, artık toplumsal değişme kavramıyla
açıklanır boyutlara gelmiş demektir. Son boyut, hareketliliğe ilişkin
öznel-nesnel değerlendirmelerdir. Bireyin statü değişimleri, bu sürece tabi
olan kişi tarafından sınıf atlama veya sınıf düşme (sıra aşma veya
sıra düşme) gibi değerlendirilebilir; ancak bu değerlendirmeler başkaları
tarafından aynı şekilde değerlendirilmeyebilir.
Hareketliliğe ilişkin bu farklı
boyutlar, hareketliliğin ölçümünü ve
çeşitli toplumlar arasında mukayeseli
hareketlilik incelemelerinin yapılmasını
sağlar. Bazı araştırmalara göre kol işçiliğinden kafa işçiliğine geç- mek, mavi
yakalı işlerden beyaz yakalı
işlere geçmek, kırdan kente göç etmek, tarım işçiliğinden fabrika iş- çiliğine
geçmek vs. yukarı doğru hareketliliğin örnekleri olarak sayılmakta ve dolayısıyla da, toplumlarının açıklıklarının bir göstergesi olarak
görülmekte iken; başka bir grup araştırmacı ise, söz konusu hareketliliğin
statü değişimi yaşayan bireyler
tarafından nasıl anlaşıldığı, değerlendirildiği bilinmeden hareketliğin aşağı ya da yukarı olduğunu ifade etmenin
anlamsız olacağını iddia etmektedirler.
Toplumsal hareketlilik, toplumsal bir
süreç olarak zaman içinde oluşur ve
toplumun çeşitli parçalarının birbirleriyle
yakın ilişkiler içinde olduğu için
genellikle çeşitli toplumsal koşulların ve
faktörlerin birlikte iş- leyişinde etkilenirler. Bunlardan bir tanesi, eşitlik ve eşitsizlik konusundaki genel inançlar, yaygın toplum- sal düşünüş kalıplarıdır. Eşitliğin ya
da eşitsizliğin yaratılışın bir
gereği ve haklı bir şey olup
olmadığı, adalet- sizlik anlamına gelip gelmediği gibi inanışlar, bireylerin statüler arasında giriş çıkışlarını
kolaylaştırıcı ya da zorlaştırıcı bir faktördür. Bu
düşünme biçimleri rekabeti teşvik edici, fırsat eşitliğini yaratıcı düzenlemelerin sebebi de
olabilir, tamamen karşıt yönde, belli özelliklere sahip olanların (örneğin,
farklı ırktan birilerinin, kadınların, sakatların vs. gibi) belli statülere
alınmasını bütünüyle engelleyen, kotalar koyan sınırlayıcı dü- zenlemelerin getirilmesini de sağlayabilir.
İkinci bir etken, nüfustur. Üst sınıflardaki insan sayısının az ve doğurganlık oranlarının alt sınıflara kı- yasla daha düşük
olduğundan hareket eden kimi araştırmacılar; bu durumun üst sınıfların varlıklarını
sür- dürebilmek için alt sınıflardan insan
devşirmek zorunda kaldıklarını ifade ederler. Bu durum aynı zamanda,
hareketlilikle ilgili bir başka sonuca daha yol açabilir: Eğer üst sınıfların nüfus sayısı görece fazla ise, bu aşa-
ğıdan yukarıya doğru bir
hareketliliğin hızını yavaşlatacaktır; tersi bir durum ise bu hızı
artıracaktır.
Nüfus hareketleriyle ilgili bir diğer faktör göçlerdir. Başka bir topluma, topluluğa,
ülkeye göç etme siya- setinin yukarıya doğru dikey hareketlilik imkanlarını etkilediği
düşünülmektedir. Genel kabul, çok sayıda olan ve
genellikle de yabancı bir ülkeden ya da kırsal alanlardan kentlere gelen
göçmen işçilerin büyük ölçü- de içine dahil oldukları yeni toplumsal yapının
en alt basamaklarında yer
alacağıdır. Bu durumun ise, yerli
işçilerin daha üst statülere doğru hareketliliğini artırıcı bir etkide
bulunacaktır.
Bireyin rekabet sürecine kendini
hazırlayabilmesini sağlayan fırsatların elde edilebilirliği yukarıya doğru hareketlilik için bir faktör
olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçevede
eğitim, yukarıya doğru hareketlilik
için kestirme bir yol olarak
görülmektedir.
Servet
ve gelir, dolaysız yoldan yukarıya doğru toplumsal hareketliliği etkileyen bir faktördür. Bu tür- den ekonomik
faktörler; gerek soyluluk unvanlarının parayla satın alınması gibi doğrudan ve gerekse de daha üst statülere erişime imkan sağlayan eğitim olanaklarını ve çevre koşullarını sağlayarak dolaylı
yollar- dan yukarıya doğru toplumsal
hareketliliği sağlarlar.
Teknolojik
değişimler de, gerek servet
hareketlerini hızlandırarak para temelli faktörlerin etkisini pekiş- tirir ve gerekse de işbölümünde yarattığı
değişmelerle toplumsal hareketliliği artırabilir. Örneğin, 20. Yüzyıl
başındaki kapitalist toplumlarda hastabakımı, çocuk bakımı, çamaşır ütü, dikiş,
konservecilik gibi evde ya- pılan işlerin hizmet ve endüstri sektörüne geçişi, büyük
şirketlerin çoğalmasıyla birlikte
muhasebe defteri tutma, daktilo ve
sekreterlik alanında işgücü talebinin artışı çok sayıda kadının ücretli
işgücüne geçişini sağlamıştır. Fakat bütün bu örneklerin olumlu ya da olumsuz anlamlarda farklı
değerlendirmeler konu ol- duğunu belirtmek gerekir. Bu gelişmeler, kadınların
ekonomik statüsünün yükselmesi olarak görülmüş ve olumlanmıştır. Fakat teknolojik değişimlerle birlikte ortaya çıkan yeni
ve daha üst düzeydeki nitelikli
işlere geçen erkeklerden boşalan vasıfsız
işlere alınmaları nedeniyle
kadınların aslında büyük bir hareketlilik yaşa-
madıkları ifade edilmiştir. Bir başka görüşe göre de; hızlı makineleşme ve otomasyon, makineleşmiş işgücü- nün verimini artırarak kitleleri ekonomik
etkinlikten yoksun kılmış, bunun sonucunda da, söz konusu kitle- leri büro,
satış ve hizmet alanlarının düşük
ücretli işlerini görmeye elverişli bir artık-nüfus haline
getirmiştir. Kadınlar da bu yeni
kitle mesleklerinin ideal işgücü kaynağıdır. Bütün bu değerlendirmeler,
teknolojik deği- şimlerin yukarıya
doğru hareketliliğin tek bir nedeni olarak alınamayacağını göstermektedir belki de.
Aile
de,
yapısal özelliklerine bağlı olarak
toplumsal hareketliliği kolaylaştırabilir
de, engelleyebilir de. Örneğin, servet genellikle aileden kaynaklanan bir
hareketlilik faktörüdür. Bu bağlamda 1980’lerde
İngiliz milyonerlerinin geçmişleri üzerine bir araştırma yapmış olan William D. Rubinstein’in Wealth and Inequality in Bratian ([Britanya’da Zenginlik ve Eşitsizlik], Londra: Faber and Faber, 1986) isimli
çalışmasında elde ettiği sonuçları aktarmak belki faydalı olacaktır.
“Rubinstein çalışmasını, 1984 ve
1985’te ölen ve arkalarında en az
bir milyon pound bırakan insanlara dayandırmıştır.
(Yaşayan milyonerler hakkında güvenilir
bilgilere ulaş- mak neredeyse imkansızdır.) Rubinstein, babaları varlıklı işadamları ya da toprak sahileri olanların bugün de,
milyoner saflarının % 42’sini
oluşturduğunu bulmuştur. Ailelerinden
maddi bir destek alan (üst düzey- lerdeki profesyoneller olarak çalışan anne
babaları olan) kişiler bir % 29 daha tutmaktadır. Milyonerlerin %43’ü, adam başına 100.000 pound kalıt
edinmiş, bir % 32’de 10.000 ile
100.000 pound arasındaki bir miktarı kalıt edinmiştir. İngiltere’de zengin olmanın en emin yolu hala,
zengin olarak doğmuş olmaktır.”1 Öte
yan- dan aile, toplumsallaşmadaki
rolü nedeniyle bireyin
beklentilerini, yeteneklerini,
toplumsal hareketlilik ko- nusundaki tutumlarını belirlemekte büyük önem taşır.
Sonuç
Toplumsal
hareketlilik incelemeleri, K. Marx ve
John S. Mill’in 19. yüzyıl ortalarındaki yazılarına
ve
‘elitlerin dolaşımı’ kuramıyla tanınan V. Pareto ve P. A.
Sorokin’in 20. yüzyıl başlarındaki çalışmalarına
kadar uzanan uzun bir
sosyolojik geçmişe sahiptir. Toplumsal hareketlilik üzerine günümüzdeki zengin
sosyolojik literatür eğitim, toplumsal
cinsiyet, kültür, iktidar vb. gibi daha geniş bir
tartışma ile iç içe girmiş
durumdadır.
Toplumsal hareketlilikle ilgili
modern literatür, 1945’ten beri bu konudaki tartışma iki farklı araştırma
programı arasındaki çekişmeyle
gelişmektedir: Bir tarafta toplumsal hareketliliği, içinde bireylerin gelir, eği- tim başarısı ya da sosyo-ekonomik prestije göre
sıralanabildiği toplumsal hiyerarşi
bağlamında ele alan araş- tırmacılar; diğer tarafta, emek piyasaları ve
üretim birimleri içinde hüküm süren ilişkilerle tanımlanmış top- lumsal
mevkileri kapsayan, bunları sınıf yapısı bağlamı içine oturtan araştırmalar
bulunmaktadır. 1950’ler
ve 1960’larda hiyerarşik
perspektif egemendi ve bu perspektif
zirvesine ABD’de ortaya çıkan statü kazanma geleneğiyle ulaşmıştı. Ancak 1970’ler ve 1980’ler
süresince sınıfsal çözümleme yaklaşımını
benimseyen Avrupalı sosyal bilimciler bu geleneği daha fazla
eleştirmeye başladılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder