Toplumsal
Rol
Bir sinema filmini, tiyatro
oyununu ya da televizyon dizisini
düşünelim. Aktörler, filmlerde kurgusal ya da tarihsel bir karakterin kişilik ve davranışlarını üstlenirler. Başka bir deyişle, geçici bir süre için, bir film/ oyun
süresince canlandırdığı kişiymişcesine oyundaki rolünü sergiler. Toplumsal rol
kavramı da, aslında, bu role benzer. Tek
bir farkla: Toplumsal rolde birey kendini
oynamaktadır. Toplumsal rol, bu anlamda, ge- çici ya da kurgusal bir şey değildir. Toplumsallaşma sürecinde bireyler tarafından öğrenilir ve içselleştirilir. Bireyin dahil olmuş
olduğu gruplar içerisinde oynanmaktadır.
Rol kavramı, belirli bir statü ya da toplumsal konumlara atfedilen
toplumsal beklentileri ortaya koyar. Onun üzerinden, bu tür beklentilerin
gerçekleşip gerçekleşmeme süreci analiz edilir. Toplumsal rol kavramı ve teorisi, özellikle yirminci yüzyılın ortalarında
yaygınlık kazanmıştı; ancak gelen
yoğun eleştirilerle birlik- te bu etkisini yitirmeye ve daha az
kullanılmaya başlanmışsa da, hala
sosyolojik analizde temel bir kavram olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Gordon
Marshall’a göre rol kuramı içerisinde
birbirinden oldukça farklı iki yaklaşım
bulunmaktadır: “Bu yaklaşımlardan
birincisi, Ralph Linton’un sosyal
antropolojisinin gelişiminde rol oynamış ve
top-
lumsal sistem içinde yer alan rollerin yapısal bir değerlendirmesini sunmuştur. Burada roller, kurum-
sallaşmış normatif hak ve yükümlülükler kümesi haline gelmiştir: Talcott
Parsons’ın ünlü hasta rolü
değerlendirmesi buna güzel bir
örnek niteliğindedir. İkinci yaklaşım
ise, genel anlamda daha toplum-
sal-psikolojik niteliklidir ve rol yapma,
rol üstlenme ve rol oynama gibi
aktif süreçlere odaklanır: Bu yak-
laşım, sembolik etkileşimcilik
ve dramaturji geleneklerinin bir
parçasıdır. Dramaturji, toplumsal yaşamı
drama ve tiyatro
metaforlarıyla analiz etmektedir.”1
Role ilişkin yapısal bakış, tıpkı bir öğretmenin rolü gibi, toplumun içine
bir statü yerleştirir ve daha son- ra bu statünün ideal tipine
eşlik eden bir dizi standart hak ve
ödevler yığınını tanımlamaya çalışır. Rolü, bu yaklaşıma göre, toplumsal temeli olan bu
beklentiler oluşturmaktadır. Her rol, hepsinin de kendi beklenti kümeleri olan
birtakım farklı ortaklıkları beraberinde getirir: Örneğin bir öğretmen; her
birinin oldukça farklı beklentileri olan öğrenciler, meslektaşları,
idarecileri, ebeveynler gibi rol
ortakları olabilir. Bütün bun- lar ‘rol kümesi’ni oluşturmaktadır.
Talcott Parsons’ın
toplum kuramı temelinde yorumlanan bu rol anlayışın karşısında, daha ziyade, rolle- rin işleyişindeki dinamik
boyutlar üzerine yoğunlaşan sosyal
psikolojik yaklaşım bulunmaktadır. Bu
yakla- şım; bireylerin oynadıkları rollerin toplumsal yapı içerisindeki yerini açıklamaktan ziyade,
bu rollerin yerine getirilmesi
sürecindeki etkileşimler üzerine yoğunlaşır.
Sosyal psikolojik yaklaşım; bireylerin diğerlerinin rollerini
üstlenmesi, kendi rollerini inşa etmeleri, kendilerine ait rollere karşı
diğerlerinin tepkilerini tahmin etmesi vb. gibi hususlara odaklanır.
Toplumsal rol, daha ziyade durağan bir olgu görünümü veren statülerin dinamik yönünü
oluşturmak- tadır. Toplumsal rolün farklı tanımlarıyla karşılaşılmaktadır: “Çeşitli çalışmalarda rol kavramının
‘belli bir toplumsal statüye ilişkin
olarak beklenen davranışlar’, ‘belli
bir toplumsal statüde kişiden beklenen işlemle- le onun gerçek edimlerinin
toplamı’, ‘belli bir toplumsal statüye
ilşikin gerçek davranış kalıpları ya
da bek- lenen davranış kalıpları’ olarak tanımlandığı görülmektedir.”2
Bütün bu ve benzer tanımlar, rolün –öğrencilik, askerlik, memurluk,
annelik, babalık, komşuluk vb. gibi- belli bir toplumsal statüye ilişkin davranış kalıplarına karşılık
geldiğini işaret etmektedir. Örneğin cinsel rol, kişinin kadın ya da erkek olması dolayısıyla kendisinden beklenen ve/veya kendisinin gerçekleştirdiği dav-
ranışlardır. Belli bir statüyle
alakalı haklar, görevler ve o statüyü işgal eden bireyin yapması gereken davra- nışlara rol beklentileri (ideal rol) adı verilmektedir.
Belli bir statüdeki bireyin, o statüyle
ilişkili davranışları ise rol edimini
(gerçek rol) oluşturmaktadır.
Herhangi
bir statüdeki bireyin davranışlarıyla
bu statünün bir gereği olarak kendisinden beklenen dav-
ranışlar arasında belli bir
uyum bulunmaktadır. Ancak bu uyumun
her zaman tam olarak gerçekleşmeyebilir
ya da süreklilik arz etmeyebilir. Bu durum, bütünüyle bireyin kişilik özellikleri, çevre
koşulları gibi faktörlerin etkisiyle
oluşabilir. Herhangi bir statüyü işgal eden kişi, o statüden beklenen rollere
kendi kişi- liğinden bazı özellikler katar ve
dolayısıyla, aynı statüde bulunan
diğer bireylerden gerçek rol davranışları
açısından farklılaşır.
Rol beklentileri herhangi bir statüyü
işgal eden kişiden bağımsız soyutlamalardır,
o statüyü işgal eden kişinin değişmesi ve
yerine bir başkasının gelmesi
statüyü değiştirmediği gibi, rol beklentilerini de değiştir- mez.
Kalkınma, batılılaşma, kentleşme,
sanayileşme, nüfus artışı, iç veya dış göçler gibi tüm toplumu etkileme
özelliğine sahip büyük çaplı toplumsal dönüşümlerin, rol beklentileri ile rol
edimleri arasında bir farklılaş- ma doğuracağı açıktır. Örneğin, sanayileşme,
kentleşme, göç vs. nedenlerle kadın nüfusun çalışma hayatına daha aktif bir biçimde katılmasının kadınların cinsel rol
edimleri ile geleneksel cinsel rol beklentileri ara- sında bir farklılaşma yaratacaktır. Benzer şekilde anne ve babanın iş hayatına girmelerinin aileye,
ebeveyn- lere ve daha genelde aile içi rol dağılımına
ilişkin geleneksel rol beklentilerinden farklılaşmalara sebebiyet verecektir.
Toplumsal roller, basit gibi
görünmekle birlikte, oldukça karmaşıktırlar. Rollerin yerine getirilmesi, ancak ‘rol kümesi’ni oluşturan diğer bireylerle, diğer ortaklarla birlikte mümkün
olur. Toplum tarafın- dan açıkça belirtilmekle birlikte, bireyler, toplumsal rolleri toplumsal hayat içerisinde zamanla öğrenirler.
Örneğin
öğretmenden beklenen belli roller açıkça belirtilmiş olmasına karşın, açıkça
belirtilmemiş olan fakat öğretmenin yapıp
ettiği belli davranışlar nedeniyle açığa çıkan, başka bir deyişle, örtük/gizli
bazı roller
de
söz konusu olabilir: Açıkça
belirtilen belli bilgi ve
becerilerin belirlenmiş belli yöntemler aracılığıyla öğrencilere öğretmelerinin
yanı sıra, açıkça belirtilmeyen ancak okul kurumu içinde ya da dışında davranışlarına, giyim
kuşamına vs. hassasiyet göstermesi ve dolayısıyla bu yönleriyle de öğretme ve eğitme görevini sürdürmesinin
beklenmesi gibi. Bu, aynı zamanda, belli statüleri işgal eden kişilerin
rollerinin yalnızca yaptıkları iş ya da icra ettikleri işi gerçekleştirdikleri mekanın dışında da
sürdüğü gerçeğine bizi götürmektedir.
Herhangi
bir kişinin toplumsal statüsü sadece başka kişilerin toplumsal statüleri ile ilişkili
olduğunda ya da onunla
karşılaştırıldıklarında sosyolojik olarak anlamlı olabilirler. Aynı değerlendirmeyi toplumsal roller için
de yapabiliriz. Toplumsal roller, tek başlarına var
olmazlar, ancak başka roller aracılığıyla
tanımla- nabilirler. “Bireyin oynadığı çeşitli sosyal roller, kişiliği içindeki diğer rollerle ilgilidir. Bu
roller tek tek veya bütün olarak diğer kişilerin rollerine
de bağlıdır. Bu ise rollerin tamamlayıcı olduğunu gösterir.”3 Statülerin başka statülere göreli
olarak değerlendirilmesi, anlamlandırılması gibi... Çocuksuz anne-babadan,
öğren- cisiz öğretmenden, işçisiz işverenden,
memursuz amirden vb. söz edilemeyeceği
gibi. Bu anlamıyla roller, belli hak
ve görev dizilerinden oluşur ve
bireyler arasındaki belli
karşılıklı ilişkileri temsil eder. Bir statüyü işgal eden kişinin rolü, daima,
başka bir kişinin rolü ile, başka bir deyişle, bir kişinin hak ve sorumlulukları daima başka bir kişinin
hak ve sorumlulukları ile düzenlenir
ve sınırlanır. Bu anlamda, “(...)
sosyal rollerin sosyal ilişkilerin birer düzenleyici
mekanizması olduğunu görürüz. Kişiler sosyal
rolleri sayesinde ve içinde, birbirleriyle eylemlerde
bulunurlar. Anne-kız deneyimi sürekli
bir kişisel ilişkidir, fakat bu ilişki annelik ve kız evlatlık
rolleriyle taşınır. Hem anne hem
kızı bir diğerince bilinen, beklenen ve
yanıtlanan örüntüleşmiş tarzlarda
birbirlerine karşı eylemde
bulunurlar.”4 Hükümetler
ile halk, milletvekilleri ile
seçmenler, okul müdürü ile öğretmenler, öğretmenler ile öğrenciler vb. hep karşılıklı
olarak belli hak ve sorumluluklara
sa- hiptirler. Belli görevleri yaparlar. Karşılıklı olarak belli rolleri yerine getirirler. Bu yönüyle roller, yalnızca davranışları ve
ilişkileri düzenlemezler; aynı zamanda belli bir durumdaki bireylere başkalarının davra- nışlarını tahmin
etme ve bu tahmine bağlı olarak da
kendi davranışlarını belirleme, karşısındaki muhtemel davranışlara göre kendi
davranışlarını ayarlayabilme imkanı sağlar. ‘Rol’ olarak
tanımladığımız belli statü- leri işgal eden bireylerin sorumlulukları, neyi nasıl yapacaklarının belirlenmesi yalnızca
–saygı, itaat, neza- ket vb. gibi genel davranış kalıplarını belirleyen- değerlerle tanımlanmaz; aynı zamanda
ilgili kurumlar ta- rafından belirlenen kurumsal düzenlemelerle de
belirlenmiştir: Öğretmenin, hakimin, polisin... mesleğini ya da görevini icra ederken nasıl
davranacağı belli kurallarla, hem de yazılı
olarak düzenlenmiştir. En genelde kamu görevi
görecek bireylerin, göreve başlarken görevlerinin gereği olan rolleri nasıl yerine getireceklerine ilişkin
bir ant içtikleri de hatırlanmalıdır.
Toplumsal
statü konusunu ele aldığımız bir önceki derste “Toplumsal sistem içinde
herkesin birden faz- la statüye
sahip olduğu açıktır. Çünkü herkes birden fazla gruba üyedir ve her bir grup
içerisindeki yeri ve konumu ayrı bir değerlendirmeye konu edilir. Aynı anda birilerinin ebeveyni,
birilerinin çocuğu, birilerinin kardeşi, birilerinin arkadaşı, bazı ikincil
grupların üyesi, bir öğrenci ve aynı zamanda da belli bir meslek
mensubu olabiliriz.” demiştik. Buna benzer şekilde, her bir birey işgal ettiği pek çok statüye bağlı olarak ye-
rine getirmesi gereken pek çok rolü, sorumluluğu olan bir kişidir. “Toplum
karmaşıklaştıkça etkileşme du- rumları artmakta ve birbirinden farklı etkileşme durumlarında farklılık gösteren
statüler işgal eden birey de buna paralel olarak çok sayıda rol oynamak zorunda
kalmaktadır.”5 Birey
bu pek çok sayıdaki rolün gereği davranışları icra ederken, kimi zaman bu
rollerin birbiriyle çatışmasından
kaynaklanan bir gerilim ve baskı
içerisinde olabilmektedir. Belli roller, bazı durumlarda bizim rol kümesi
içerisinde yer alan diğer ortakları-
mıza karşı ‘tarafsız’ kalmamızı gerektirebilir, ancak aynı örnekte ‘rol kümesi’
içerisinde değerlendirebilece- ğimiz ortağımıza ya da ortaklarımıza karşı ‘daha yakın’ davranmak gibi bir eğilim içerisinde de olabiliriz.
Rollerin icrası esnasında yaşanan
‘toplumsal uzaklık’ ile ‘toplumsal yakınlık’
arasındaki bu gerilim, sosyolo- jik terminolojiyle ifade edecek olursak, rol
çatışması olarak adlandırılır. Öğretmen olan bir anne ya da baba- nın, kendi öğrencileri
arasında olan kendi çocuğu ile olan ilişkisi, hakim ya da savcı olan bir bireyin ‘birincil grup’ niteliğinde bir
ilişki içerisinde bulunduğu herhangi bir yakınının
davasına bakması vb. gibi durumlar bu
rol çatışmasına verilebilecek
örneklerdir.
Kurumlar, işlerinin sistemli, verimli ve
disiplinli bir şekilde yürütülebilmesi için özellikle ‘ikincil grup’
niteliğinde değerlendirebileceğimiz bir dizi kural koyarak bir ‘toplumsal uzaklık’ duygusu yaratabilirler. Bunu bazı rollerin, bu türden sorunları çözmeye dönük biçimde açıkça belirlenmesi
olarak da adlandırabili- riz. Örneğin, emir verme
konumunda bulunan kişilerle astları arasındaki yakınlaşmayı engellemeye
dönük kimi düzenlemelerin yapılması
gibi. Ordu içerisinde subaylar ile
erler arasında yaratılan ‘toplumsal
uzaklık’ duygusu gibi. Ancak kimi
durumlarda, başarılı bir önderlik ve
yöneticilik ast-üst ilişkisindeki toplumsal uzaklık duygusunun azaltılması ve karşılıklı ilişkilerin, kişisel
bağların daha da artırılmasıyla da
sağlanabil- mektedir.
“Rol
çatışmalarının bir başka biçimi de kişinin üyesi
olduğu bir gruptaki rolün bir başka gruptaki rolü ile bağdaştırılması olanağının
bulunmadığı hallerde ve ölçüde ortaya çıkar. Kişinin adam öldürme konusundaki etik değerleri asker
olarak savaşa katılması halinde söz
konusu olan görevleri ile
çatışabilir. Aile ya da meslek hayatındaki roller bazan bunlardan birinin ya da ötekinin gerektirdiği ideal
davranışlardan sapmaya neden olacak çatışmalara
girebilir.”6 Buna benzer örnekleri ve
değerlendirmeleri çoğaltmak mümkün. Yaşa-
nan toplumsal değişme ile
birlikte, her birimizin üstlendiği roller de değişiklik gösterebiliyor. Bazı
toplum-
lar, bu türden çatışmaları
statüler, dolayısıyla statülerin
gerektirdiği roller arasında bazı ayrımlar yapmak
ve
bu roller arasında bazılarını diğerlerine
tercih etmek suretiyle aşmak yoluna
gitmişlerdir. Fakat bu durumun
sorunları bütünüyle çözdüğünü düşünmemiz gerekmiyor.
Örneğin, mevcut değer ve kuralların
kadının te-
mel rolünü ‘eş ve anne’ olarak belirlemesi, kadının da
doğal olarak bu rolü benimseyeceği
anlamına gelmez.
Dolayısıyla da, toplumun kadından bu yöndeki
beklentileri ile iş hayatına katılan
kadının kendisiyle ilgili
tercihleri ve beklentileri arasında bir gerilimin
doğması mümkündür.
Farklı statülere ilişkin roller
arasındaki ilişkinin her zaman bir çatışmaya
neden olması da bir zorunluluk değildir. Kimi zaman farklı statüler ve roller arasında birbirini destekleyici,
güçlendirici, pekiştirici durum- lar da söz konusu olabilir. Bir avukatın,
-savunma, aracılık, iş takibi, topluluk önünde konuşma, münazara yeteneği vb. gibi- mesleğinin gerektirdiği
roller sayesinde kolaylıkla siyasal
hayata atılabildiği, siyasal haya-
tın gerektirdiği rollere uyum sağlayabildiği
görülebilmektedir.
Toplumdaki herkesin bir kilit/anahtar
statüsü olduğundan bir önceki derste söz etmiştik. Kişinin anahtar statüsü gibi
anahtar rolü; bireyin zaman, ilgi ve enerjisinin çoğunu emen ve aynı zamanda kendisini en fazla
özdeşleştirdiği rolü olacaktır. Toplumsal yapı
içerisinde hiyerarşinin en üst seviyesindeki kurum ekonomi
ise anahtar rolün ekonomik,
başka bir kurum ise o kurumla ilgili icra edilen bir rolün olması
düşünülebilir.
Birey, toplumsal
hayat içerisinde bulunduğu grup ve birlikler içerisinde pek çok çeşitli
rol ve alt-rolleroynar.
Bütün bunlara rağmen, o toplumsal bir aktör olarak yine de tek bir kişidir.
“Sosyal kişilik, birey ola- rak tek
tek pek çok işlevi yerine getiren, eylem
içindeki bir yapıdır. Bu bakış
açısından kişi, oynadığı tüm rol- lerin bileşimi olan, bir toplam genelleşmiş
role sahiptir. (...) Genel rol, anahtar veya temel rolden farklıdır. Kişinin yaşamdaki duruşu nasıl tüm sosyal statülerinin toplamı ise, genel rolü de
tüm rollerinin toplamıdır. Genel rol, kişinin toplumdaki tüm işlevlerini yansıtan
bir kavramdır. Genel rol kavramı kişinin topluma kat- kıları ile toplumun
kişiden beklemeye alıştıklarının bir
bileşimidir.”
Harika :)
YanıtlaSil