Toplum
içerisinde bireyler, çeşitli
gruplara üye olarak, çeşitli
grupların bir parçası olarak yaşamları nı sürdürürler. İster
gelişmiş, ister gelişmemiş olsun hemen her toplumda, insanlar bir aile, bir
arkadaşlık grubu, bir meslek grubu, bir
dernek ya da bir siyasi parti grubu içerisinde yer alırlar.
Hepimiz, daha en başta, dünyaya
geldiğimiz anda bir aile içerisine doğarız. (Elbette -çok çok az olmak- la birlikte- istisnalar vardır ve
bu istisnalıkları nedeniyle, farklı
yönleriyle sosyoloji ya da başka disiplinler tarafından inceleme
konusu edilen durumlar söz konusudur.) Bu grup içerisinde grubun –grup ile
toplum arasında herhangi bir çelişki ya
da çatışma yok ise- ve toplumun
kültür öğelerini ediniyoruz. Zaman içeri- sinde okula başlıyor, çok farklı
çevrelerden akranlarımızla tanışıyor, günümüzün önemli bir kısmını onlarla
geçirmeye başlarız. Okulda toplumun
farklı yönlerini tanıyoruz. Okul, gündelik hayatımızı
sürdürmemize yardımcı olacak ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak
belli bilgi ve becerileri
kazandırır; aynı zamanda bizi terbiye
eder. Ayrıca, bürokrasiyi ilk kez
okulda tecrübe ederiz. İlerleyen zamanda, iş hayatına atılıyor ve
çeşitli kurumlarda mesleğimizle ilgili yeni
ilişkilere giriyor, yeni görevler ve
sorumluluklar üstleniyoruz. Bu safhada da yine hayatımız, çeşitli gruplar içerisinde geçer; işin ve grubun özelliklerine göre biz de yeni özel- likler kazanır, benlik algımız
farklılaşır, yeni özellikler
kazanırız.
Daha da önemlisi, her gün bir çok
farklı grup içerisine girip çıkıyoruz. Dolayısıyla aynı anda pek çok farklı grubun birer üyesi, her bir grupta ayrı statülere ve rollere sahip bir insan olarak hayatımızı sürdürü- yoruz.
Toplumsallaşma
süreçler ve dahası, kendi benliğimiz
toplumsal gruplar aracılığıyla ortaya çıkar. Bizim ‘bir yere ya da bir şeylere ait olma’ ihtiyacımız da, yine toplumsal gruplar aracılığıyla karşılanır. Yukarıda
da ifade edildiği gibi,
doğumdan ölüme kadar farklı dönemlerde veya aynı dönemlerde birçok farklı grup içerisinde bulunuruz. Bizden
farklı olan gruplarla karşılaşırız. Bu anlamda toplum; kimi zaman hiyerarşik
şekilde sıralanmış, kimi zaman
yan yana
olan ve uyumlu çalışan, kimi zaman
birbiriyle çatışan pek çok farklı grubu içerisinde barındıran
bir yapıdır.
Bu derste, gündelik hayatta etkileşim
içerisine girdiğimiz insan kümeleri olan toplumsal
gruplar incelene- cektir. Öncelikle toplumsal
grubun tanımı yapılmaya çalışılacak, toplumsal grupların
özellikleri anlaşılmaya ve anlatılmaya özen gösterilecek, ardından bu özelliklerine bağlı olarak
toplumda karşımıza çıkan toplum- sal gruplar –gerek nitelik, gerek muhteva ve
gerekse de boyutları dikkate alınarak- tasnif edilmeye çalışıla- caktır. Ayrıca,
toplumsal grup özelliği göstermemekle birlikte, gündelik hayatta sık
sık içinde bulunduğu- muz diğer insanlarla bir arada olduğumuz ‘insan
birliktelikleri’ değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Toplumsal
Grup
Veysel Bozkurt,
“Sürekli etkileşim içinde olduğunuz grupların ve
örgütlerin bir anda yok olduğunu hayal
edin. Örneğin aileniz, arkadaş çevreniz, futbol kulübünüz, sağlık, eğitim, güvenlik ve
beslenme gibi alanlarda size her türlü hizmeti sağlayan kamusal ve özel
örgütler bir anda hayatınızdan
çekiliyor. Altı mil- yardan fazla insanın yaşadığı şu yerkürede tek başınasınız. Ait
olduğunuz hiç bir grup yok. İçinde yaşadı-
ğınız toplum kendi aralarında hiçbir işbirliği olmayan tek tek bireylerden
oluşuyor. Acaba grupların ve ör- gütlerin olmadığı bir dünyada nasıl bir hayatınız olurdu?”1 diye soruyor. Gerçekten de önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken bir soru.
Öyle bir dünyada nasıl bir hayatımız
olurdu?
Doğduğumuz andan itibaren, hayatta kalabilmek
için başkalarına ihtiyaç duyarız. Kendimizi tanıyabil- mek için dahi başkasına ihtiyaç duyarız.
Bu da başkalarıyla, diğerleriyle etkileşimi gerekli kılar. Zygmunt
Bauman’dan alıntılanan aşağıdaki
paragraf, gündelik hayatta karşılaştığımız, iletişime ve etkileşime girdi- ğimiz –sosyolojide
toplumsal grup, toplumsal yığın ya da
kategoriler olarak adlandırılan, bizim de bu ders boyunca kısaca tanımlamaya çalışacağımız- insan topluluklarını
özetler niteliktedir:
“Düşünüyorum
da, insan soyunun (geçmiş, şimdiki ya
da gelecekteki) üyelerinin bana
farklı kapasiteleri varmış gibi
geliyor. Bazılarına çok sık rastlıyorum ve
bu yüzden de hemen tanıyorum onları; onlardan
ne
bekleyebileceğimi ve neleri bekleyemeyeceğimi, beklediğim
ve istediğim şeyleri aldığımdan nasıl emin olacağımı, eylemlerime benim onlardan istediğim
biçimde tepki gösterdiklerinden nasıl emin ola- cağımı bildiğime inanıyorum. Bu
insanlarla etkileşime girerim, iletişim kurarım; birbirimizle
konuşuruz, bilgilerimizi paylaşırız ve bir uzlaşmaya varma umuduyla ilgi alanımıza giren şeyleri tartışırız. Diğerle- riyle ancak zaman zaman karşılaşırız;
karşılaşmalarımız ya ben ya da öteki kişiler özel, gayet özgün hiz- metleri almak ya da mübadele etmek istediği zamanlarda,
tamamen özel koşullarda gerçekleşir; öğret- menimle dersler ve seminerler dışında pek karşılaşmam bir
bakkal çırağıyla ancak bir şeyler satın alırken karşılaşırım, şansıma
dişçimi çok nadir olarak, ancak dişimin yapılması
gerektiğinde görürüm. Bu gibi insanlarla ilişkilerime işlevsel ilişkiler
denebilir. Bu insanlar hayatımda bir işlevi
yerine getirirler; ilişki- miz
bana (ve varsayıyorum ki onlara da) ait çıkarlar ve eylemlerle ilgili
özellikler taşır. Çoğu durumda öteki kişinin, o kişinin yerine getirmesini beklediğim işlevle ilişkili olmayan
özellikleriyle ilgilenmem. Dolayısıyla bakkal çırağının aile hayatını, dişçinin hobilerini, siyasal bilgiler hocamın sanatsal zevklerini
araştırmam. Buna karşılık, onlardan da benzer bir yaklaşım beklerim. Onlarla ilişkimde, özel alanım olarak
gördüğüm alanı soruşturmalarını haksız müdahale olarak değerlendiririm. Böyle bir müdahale geldiğinde, buna
direnirim; bunu nihayetinde belli
bir hizmetin mübadelesinden öte olmayan ilişkimizin yazılı olmayan koşullarını
kötüye kullanma ya da çiğneme durumu olarak alırım. Nihayet, diğerleriyle neredeyse hiç
karşılaşmam. Onların hakkında bilgilerim vardır;
onlar vardırlar, bilirim ancak göründüğü kadarıyla benim günlük işlerimle
doğrudan ilgili olmadıklarından, onlarla doğrudan iletişime girme ihtimalini
ciddi olarak düşünmem. Aslında onlara
ancak gelip geçici bir düşünce kadar ilgi duyarım.
Sosyolojide
fenomenolojik okul adı verilen
okulun kurucusu Alman asıllı Amerikalı sosyolog Alfred Schutz’a göre,
her bireysel bakış açısından insan soyunun bütün öteki üyelerinin yerleri, hayali bir çizgi üzerinde belirtilebilir ve bu çizgide sosyal ilişki hacim ve
yoğunluk olarak azaldıkça artacak sosyal
me- safe ile ölçülen bir süreklilik tespit edilebilir. Böyle bir çizgi üzerinde kenimi (egomu)
başlangıç noktası alarak bana en yakın
noktaların dostlarım olduğunu söyleyebilirim;
onlar gerçek anlamda doğrudan, yüz yüze ilişkiye
girdiğim insanlardır. Dostlarım, çağdaşlarımın, benimle aynı zaman diliminde yaşayan
ve en azından potansiyel olarak yüz yüze ilişkilere
girebildiğim insanların oluşturduğu geniş bi alanda an- cak küçük bir bölgeyi
işgal ederler. Bu gibi çağdaşlarıma ilişkin pratik deneyimim, elbette kişisel olarak edinilen bilgiden,
insanları bir kategorinin örneklerinden aşka bir şey olmayan (yaşlılar,
siyahlar, Yahu- diler, Güney Amerikalılar,
zenginler, futbol fanatikleri, askerler, bürokratlar vb.) tiplere ayırma yetimle
sınırlı bir bilgiye kadar çeşitlilik
gösterir. Bir insanın, süreklilik çizgisi üzerindeki verili noktası benden
ne kadar uzaksa,
benim o insana tepkim (karşılaşmasak da zihinsel yaklaşımım ya da, eğer
olursa, kişisel ilişkim) kadar onun hakkındaki düşüncelerim de o kadar genel ve tipik olacaktır. (...) Listede yer alan
kategorilerin hiçbirinin sonsuza dek
sabitlenmediğini aklımızdan çıkarmayalım.
Bunların ‘geçirgen’ sı- nırları vardır;
tek tek insanlar bir kategoriden diğerine geçerek, süreklilik çizgisinde benim
doğrultum yönünde ya da başka yönde
yol alarak (...) yerlerini
değiştirebilir, değiştirirler de.”2
Gordon Marshall’ın Sosyoloji Sözlüğü, toplumsal grubu “Resmi ya
da gayri resmi üyelik ölçütleriyle ta- nımlanan, görece istikrarlı bir
karşılıklı ilişkiler modeliyle
birlik olma duygusunu paylaşan ya da kendilerini birbirlerine bağlı
hisseden çok sayıdaki kişinin oluşturduğu bir küme.”3 olarak
tanımlıyor.
Joseph Fichter
de, toplumsal grubu, -aşağıda üzerinde durmaya
çalışacağımız- kimi niteliklerden/gerek- liliklerden hareketle şöyle tanımlıyor: “Grup, ortak sosyal hedefleri izleyen, sosyal normlar, ilgiler ve değer- lere göre karşılıklı roller oynayan sosyal
kişilerin tanımlanabilir, yapılaşmış,
sürekli birlikteliğidir.”4
Aile, akraba veya arkadaş grupları
üyesi olduğumuz pek çok ve çeşitli gruplardan yalnızca bir kısmıdır. Bunların yanı sıra, dinsel, sportif, toplumsal,
eğitsel, siyasal etkinliklerin ya da mesleki ve ekonomik amaç- ların gerçekleştirilmesi için oluşturulmuş pek
çok grup mevcuttur. Toplumsal hayatta, mason
locası, mafya örgütlenmesi, çeteler,
hayır cemiyetleri, suç örgütleri vs.
pek çok farklı özellikte grupla karşılaşırız. Bütün bu oluşumların
birbirlerinden farklı olmasına karşın, hepsini ‘grup’ ortak adlandırması
altında toplayabil- memize izin veren bazı özellikleri vardır. Bu özellikleri, aynı zamanda, bir
toplumsal birlikteliği ‘toplumsal
grup’ olarak adlandırmamızı
temin edecek –amaç, nitelik, kapsam vb. gibi hususlarla ilgili- gereklilikler
ola-
rak da adlandırabiliriz.
Her
şeyden önce gruplar, “birbirleriyle gerçek karşılıklı ilişkiler içinde
bulunan, davranışlarında birbirinin davranışını hesaba katan insanlardan oluşur.”5 Aralarında bu türden ilişkilerin bulunmadığı
topluluklar, fizikî açılardan
birbirine oldukça yakın insanlardan
oluşsalar dahi -bir otobüs durağında otobüs bekleyen, trende seyahat
eden insanlar, bir futbol maçında stadyumda bulunan insanlar örneklerinde
olduğu gibi- bir grup oluşturmazlar.
Çünkü
grubun varlığı aynı zamanda bir başka şeye daha, “bu etkileşim çerçevesinde
bazı ortak değerle- rin, kuralların hatta belli bir duygusal ortamın oluşumun[a]”6 ihtiyaç
duyar. Ortak değerlerin ve kuralların varlığı, grup içerisindeki farklılıkları ya da çatışmaları yadsıyan bir özellik değildir. En samimi ve yakın
in- san grubu olan ‘aile’de dahi,
zaman zaman aile içi sürtüşmeler (karı-koca anlaşmazlıkları, kardeşler arası
çe- kişmeler, çocuklar ile ebeveynler
arasında yaşanan gerilimler vb. gibi-
çatışmalar söz konusu olabilir. Ancak,
bu çatışmalar ne zaman ki ortak olması gereken değerleri aşındırıcı, yıpratıcı ve parçalayıcı boyutlara ulaştı- ğında söz
konusu gruplar da dağılır. Ailelerin
dağılması gibi. Grup için çekişmelerin kaynağı yalnızca yine grup içi ilişkiler değildir elbette. Dışarıdan gelen etkiler de bu grup içi dayanışmayı olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilir.
Kimi grup yapılarında, dışsal
baskılar ‘grup içi dayanışma’yı olumlu yönde etkiler ve ar- tırırken, kimi zamanda grupların yapısına, kapsamına, dışarıdan gelen
baskının/etkinin niteliğine ve şidde-
tine bağlı olarak olumsuz yönde sonuçlar da ortaya çıkarabilir. (Bu çerçevede,
‘Çağdaş Sosyoloji Teorileri I’
başlıklı 6. derste üzerinde kısaca da olsa durduğumuz Lewis Coser’in ‘çatışma ağı’ bağlamında dile
getirdiği görüşleri hatırlatalım.)
Toplumsal
gruplar, “yapısallaşmış, örgütlenmiş, kısacası üyelerinin yerlerinin
açık-seçik belirlenmiş olmasıyla da belirlenirler.”7 Dolayısıyla, bir pazar yerindeki ya da
otobüs durağındaki insan kalabalığı, ara- larında herhangi bir yapısallaşmış, örgütlenmiş ilişkinin
olmaması, ‘insan’ ortak tanımının dışında ‘özel’ bir kimlikle ilişkilerin
kuruluyor olmaması gibi nedenlerle grup tanımı içerisinde değerlendirilmez.
Grup içe- risindeki insanlar/bireyler,
birbirlerine kıyasla belli bir hiyerarşik sıralanma içerisindedirler. Aile içerisinde baba, anne ve çocukların veya bir mason
locası, çete, dernek, siyasi parti
vs. gibi yapılarda üyelerin belli bir statüye göre sıralanması örneklerinde olduğu
gibi. Toplumsal gruplar içerisinde, kimi daha belirgin ve daha katı, kimi daha gevşek ve
belirsiz olmak üzere oldukça çok çeşitlilik gösterebilir. Ancak gevşek ya da katı, nihayetinde
grup üyeleri arasında hiyerarşik
bir statü sıralaması mevcuttur. Bu
durum, gruplarda bir liderlik ve lider altında üyelerin sıralanmasını, üyeler
arasında grubun ve yapılan işin niteliğine bağlı olarak ayrı
bir ast-üst
ilişkisi söz konusudur.
Grup üyeleri içerisindeki bu sıralanmaya bağlı olarak, üyelerin
rollerinin sıralanması, başka bir
deyişle, belli bir işbölümü mevcuttur. Grup
içerisinde liderin, işgal ettiği statüye bağlı olarak, yerine getirmesi gere- ken belli görevleri/rolleri vardır.
Kendisinden bu görevleri/rolleri
başarıyla yerine getirmesi beklenir. Benzer şekilde, grup içindeki diğer bireylerin de, işgal ettikleri statülere –ya da işbölümü sonucunda kendi payları- na düşen işe- göre yerine
getirmeleri gereken belli roller vardır.
Grup üyeleri arasındaki bu statü farklılaşmasının, hiyerarşinin ve rollerin garanti altına alınabilmesi için, aynı zamanda belli
bir ‘davranış kuralları bütünü’ belirlenir. Bu bir denetim ve baskı mekanizmasını da doğurabilir
elbette. Bu kurallar; grupların yapılarına, niteliklerine ve kapsamlarına bağlı olarak yazıya
geçirilmemiş
sözlü kurallar da olabilir, bir parti tüzüğü gibi yazılı kurallar bütünü de olabilir. Bu sözlü ya da yazılı kurallar, bütün üyeler
tarafından bilinir, en azından
bilindiği varsayılır. Yeni
durumlar, daha önce dile getirilmeyen fakat varsayılan bazı hususları/kuralları açığa çıkarabilir; ancak bu
sürecin sancısız olmama ihtimalinin de bulunduğu hatırlanmalıdır. (Grup üyeleri
tarafından bilindiği var sayılan ve uymaları istenen kuralların bu
özellikleri, aynı zamanda, grubun niteliğini de değiştirici özelliktedir. Bir
meslek örgütüne da- hil olan birisi, derneğin –amacını, kapsamını ve bir anlamda uyulması gereken kuralları,
uyulmadığı takdir- de muhatap olunacak cezaî yaptırımları
da içeren- tüzüğünü okur, inceler. Bir siyasî
partiye üye olmak kişi de benzer bir durumla karşılaşır. 3-5 kişilik
gruplarla binlerce, yüzbinlerce üyesi
olan sendikalar, dernekler, meslek odaları, siyasi
parti vb. yapılanmalar arasında yüz
yüze ilişkilerden gayri-şahsi ilişkilere varıncaya dek pek çok noktada farklı ilişki
biçimleri ortaya çıkabilir. Nitekim
gruplar, bu yönleriyle de ayrıca
tasniflere tabi tutulmaktadır. Bu konu üzerinde, ilerleyen sayfalarda tekrar durulacaktır.)
Yukarıda bahsedilen hiyerarşi, statü ve rol dağılımları, işbölümü ve
kurallar, peşi sıra, üyelerin
üstlen- miş oldukları rollerin gereğini yerine
getirmediklerinde ya da ortak
kurallara uymadıkları takdirde belli bir cezaî
yaptırımları da beraberinde
getirmektedir. Üyeler, elbette, bu yaptırımların
da farkındadırlar. Grubun beklentilerine uygun davranmadıklarında, bazı yaptırımlarla karşılaşacaklarını,
kınanabilecekleri, cezalan- dırılacaklarını ve
hatta gruptan atılabileceklerini de
bilirler. Bu aynı zamanda, grubun diğer üyelerinin
ben- zer hatalarına karşı belli bir tepkide bulunma hakkını ona verir. Söz konusu yaptırımlar, doğal olarak, gru- bun büyüklüğüne, niteliğine ve üyenin
yaptığı hatanın özelliğine bağlı
olarak değişebilir.
Toplumsal grubu tanımlayan özelliklerden bir başkası da, göreli
de olsa bir süreklilik arz etmesidir.
Başka bir deyişle, toplumsal grup, zamansal olarak ölçülebilir bir süreklilik
içerisinde olmalıdır. Bir futbol maçı-
nı
stadyumda izleyen ya da bir konser dinleyen seyirciler, etkinlik bittiğinde dağılıp gittikleri için bir grup oluşturmazlar. Geçici bir beraberliktir söz
konusu olan. Oysa bir çete, bir mafya
örgütlenmesi ya da siyasi parti çok daha uzun süreli bir
ilişkidir. Gruplar, bir kuşak boyunca ya
da birçok kuşak boyunca var
olabilir- ler. Gruplar, kazandıkları yeni
üyelerle kalıcılıklarını,
sürekliliklerini artırabilirler. Bu katılımların, çok da bilinçli, rasyonel
tercihler sonucu oluşmuş olması gerekmez.
Toplumsal
grubun bir diğer özelliği de, “özdeşimdir. Özdeşim ise kişinin kendi varlığını ve
özelliklerini üyesi olduğu gruba ve grubun özelliklerine bağımlı olarak
algılamasıdır. Bireyin en fazla özdeştiği gruplar genellikle referans grupları olarak adlandırılır.”8 Değerlendirmelerimizi yaparken veya karar verirken
bu ka- rarımızı ya da
değerlendirmemizi ‘nasıl karşılayacağını’
dikkate aldığımız, bize referans noktası olarak hiz- met eden gruplardır
bunlar. ‘Atıf grubu’ olarak da adlandırılır. Bir kişi, evlenmeyi düşündüğü kadın ya da erkek hakkında ailesinin ne
düşüneceğini dert ediyorsa, ailesini referans grup olarak kullanıyor demektir.
Toplumsal grubun bir özelliği de; hem
üyeleri tarafından, hem de
dışarıdaki gözlemciler tarafından ta- nınabilir olmasıdır. Bu, grubun üyeleri ve
dışarıdakiler tarafından kabul edilen, tanımlanabilen bir ortak varlığa sahip olması anlamına gelir. Başka
bir deyişle, grup üyelerinin bir
‘biz bilinci’ne sahip olmasıdır. ‘Biz bilinci’, aynı zamanda ‘diğerleri’,
‘ötekiler’, ‘yabancılar’ gibi
değerlendirmeleri de beraberinde getirir. ‘Biz’
ve ‘onlar’, karşılıklı olarak birbirini etkileyen tanımlamalardır.
Toplumsal Grupların Tasnifi
Toplumsal gruplar, bu
tanımlama ve özelliklerinin
belirlenmesi çabalarına karşın, son derece karmaşık ve çeşitli özellikler gösterir. İşlev,
kapsam, gevşeklik ya da katılık, üye sayısı vb. gibi pek çok niteliğe ve bu niteliklerin süreklilik arz edip
etmediğine bakılarak tasnif edilebilirler. Ancak
bu tasniflerin tek olmayacağı- nı, farklı tasniflerin söz konusu olabileceği belirtilmelidir.
Örneğin yapıya göre sınıflandırmada gruplar,
en katı yapılaşmadan en gevşek olana
doğru giden bir çizgi üzerine yerleştirilirler.
Toplumsal rollere göre yapılacak bir tasnif, grup üyelerinden çok şey bekleyenlerden daha az şey bekleyenlere göre bir tasnif yapılabilir. Grup üyeleri arasındaki iletişimin yoğunluğuna bağlı olarak bir tasnif
de geliştirilebilir. Grup üyelerinin
paylaştıkları değerlere ya da grubun üyelerini yönelttiği toplumsal
amaçların türlerine göre tasnifler yapılabilir. Yukarıda sözünü ettiğimiz, referans
grubu da bir başka açıdan yapılan
bir grup tasnifi, grup tiplemesidir.
Diğer bir tasnif iç-grup (in-group) ve dış-grup (out-group) arası farka göre yapılabilir. İç-grup, üyelerin birbirlerine karşı saygı ve sadakat hisleri beslediği toplumsal
gruptur. Dış-grup ise, bir iç-gruba
ait kişinin,
‘rekabet
ve karşıtlık hissettiği’ kendi dışındaki, diğer, yabancı grup ya da gruplardır. İç-grup, dış-gruba göre var olur. Gruplar arasındaki gerilimler,
gruplar arasında keskin ayrımlara yol açar ve
grup üyeleri için daha
‘saf’ toplumsal kimlikler temin eder.
İç ve dış gruplar ayrımı, kolaylıkla
anlaşılacağı gibi, ‘biz’ ve ‘onlar
’ ayrımına dayanır ve gerçekliği tartışılır bir biçimde,
bütün olumlu özellikleri ve değeri
‘biz’e atfederken, olumsuzlukları,
kötülükleri ve değersizlikleri ‘onlar’a,
‘öteki’ne atfeder.9
Belki diğerlerinden daha kuşatıcı ve doyurucu gelebilecek bir diğer grup
tasnifi, grupların insan hayatın- da yerine getirdikleri temel işlevlere
dayalı olarak yapılacak bir ‘temel gruplar’
tasniftir. Bu tasnif; insanların her zaman ve
her yerde aile, eğitim, ekonomi, siyaset, din ve boş zaman değerlendirme etkinliklerinde işaret edilen
toplumsal ihtiyaçların giderilmesi
için şöyle ya da böyle bir
şekilde ilişkiye girmek zorunda
olduğu fikrinden hareket eder.
Elbette bu ihtiyaçlar, her toplumda aynı statüye, aynı değere sahip değildir. Bu yak- laşıma göre ‘temel gruplar’; aile grubu, eğitim grupları, ekonomik
gruplar, siyasal gruplar, dinî
gruplar ve boş zaman değerlendirme ve dinlenme grupları şeklinde tasnif
edilirler. Bu tasnifin, toplumda var olduğu ifade edilen temel kurumlar ile çok fazla
paralellikler taşıdığı açıktır.
En fazla bilinen toplumsal grup
tasniflerinden biri, Charles Horton
Cooley’e (1864-1929) atfedilen birincil gruplar – ikincil gruplar ayrımıdır.
Cooley’e göre birincil gruplar, üyelerinin
kişisel ve kalıcı ilişkileri paylaş- tığı küçük gruptur. Kişisel ve sıkı bir şekilde bütünleşmiş
gruplardır. Cemaatsel, yerleşik,
mekanik, kapa
lı,
dayanışmacı, ailesel, folk ve geleneksel olarak da
nitelendirilebilirler. Birincil grupların üyeleri
pek çok yönden birbirine yardımcı
olur. Grubu, amaçlarına ulaşmak için bir araç değil, amaç olarak görürler.
İkincil gruplar10 ise, üyelerinin belirli bir hedef veya faaliyet
için bir araya geldiği büyük ve gayri-şahsi ilişkiler üze- rine kurulu
gruplardır. Kişiler arasında duygusal bağlar zayıftır, üyeler birbirleri hakkında fazlaca bir bilgi- ye sahip değildir, kişisel yönelim sergileyen
birincil grupların aksine hedef yönelimlidirler.
Birincil grup üyeleri birbirlerini
aile bağları ve kişisel nitelikler
içinde kim olduklarına göre
tanımlarken; ikincil grup üyeleri
birbirlerine
ne olduklarına, birbirleri için ne yapabileceklerine göre bakarlar. İkincil
grupların bir diğer özelliği de, grup üyelerinin
diğer üyelerle ilişkilerinin
karşılıklı alış verişe dayalı oluşudur; ne verileceği ve
karşılı- ğında ne alınacağı zihniyeti
önceliklidir. Bu hedef yönelimi, grup üyelerinin
birbirlerine karşı resmî ve kibar
davranmalarını beraberinde getirir. Bu tür bir ilişkide, ‘nasılsınız?’
şeklindeki bir soru, nezaketen sorulmuş bir soru olarak kalır; gerçek cevabı pek merak edilmez.11 (Birincil ve ikincil grup ayrımı, cemaat-cemiyet [top- luluk-toplum] ayrımında
olduğu gibi, Ferdinand Tönnies’in toplum tasnifiyle de büyük
benzerlikler gös- termektedir. Cemaat/topluluk, birincil grup ilişkilerinin
egemen olduğu bir toplum tipi olarak gözüküyor; cemiyet/toplum da ikincil grup ilişkilerinin karakterize ettiği toplumlar olarak da tanımlanmaktadır.)
Joseph Fichter, birincil ve ikincil gruplar ayrımıyla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor: “(...) birincil ve ikincil grupların tanınmasında birtakım
güçlüklerle karşılaşılabilir. Çünkü bu grupların özellikleri gerçek yaşamda birbirleriyle karışmıştır. Gerek birincil gerek ikincil gruplar, grupların
iki uç tipini temsil ederler. Bu nedenle birer [Weberci anlamda ideal] ‘tip’tirler. Bir toplumdaki tüm grupların
bir süreklilik çizgisi üze- rine yerleştirilmesi
halinde bazı grupların geçiş aşamasında bulunduğu gözlenebilecektir. Geçiş
aşamasın- daki gruplar her iki tip grubun özelliklerini sergilerler.”12
Toplumsal Grup Tanımı Dışında Kalan Topluluklar
Gündelik hayatta sadece
toplumsal gruplar içerisinde bulunmazlar. Daha başka pek çok insan toplulu- ğu
içerisinde yer alırlar. Gündelik
dilden farklı olarak, sosyoloji, bu tür birliktelikleri toplumsal grup olarak
nitelemez. Söz konusu insan toplulukları, fiziksel ya da mekânsal bir yakınlığa sahip olup olmamaya bağlı olarak farklı isimlerle
adlandırılmaktadır.
Toplumsal
yığınlar;
‘fiziksel yakınlıklarına, komşu hatta bitişik
bulunmalarına karşın aralarında karşılıklı ilişkiler, kısacası birleştirici,
bütünleştirici bağlar bulunmayan ya da yüzeysel ve geçici olarak bağlanan in- san birikimleri’dir.13 Yığınlarda
insanlar birbirlerini tanımazlar,
dolayısıyla rol ve statü ayrımlarına gitmez- ler. Çoğu kez
bir rastlantı sonucu bir araya gelirler
(otobüs durağında bekleyenler gibi),
çabucak dağılırlar (trafik ışığında
bekleyenler gibi).
Toplumsal yığınlar içerisindeki bireyler, etkileşimde bulunmasalar bile,
yığının niteliği bireyde –yü- zeysel de olsa- belli bir davranış değişikliğine
sebebiyet verebilir (kitlesel eylemlerde
bireylerde gözlenen değişimler
gibi). Kişi tek başına iken yapmayı
düşünmediği pek çok şeyi, yığınlar içerisinde iken yapabilir. Bütün bu gibi durumlar, yığınlar içerisinde
bulunmanın kişiyi kolektif davranışlara itmesi ya da başkaları tarafından tanınmaması nedeniyle sorumluluk duygusunun azalması ile
açıklanmaktadır.
Toplumsal yığınlar, kimi özellikleri
nedeniyle ayrıştırılabilir: Örneğin izleyici ve
dinleyici toplulukları, be- lirli bir süre için aynı yerde toplanan ve hepsi aynı uyarıcıya dönük bulunan insanlardan oluşurlar.
Belli bir saatte belli bir televizyon
dizisini seyretmek için yurdun her tarafında televizyon karşısına oturanlar,
arala- rında fiziksel ya da mekânsal bir ilişki olmadığı için
yığın sayılmazlar; fakat belli bir
tarihte ve belli bir me- kanda bir
konferansı dinleyenler yığın
sayılırlar.
Bir
konserin ya da sinema filminin bitiminde dağılmakta olan kişilerin
oluşturduğu topluluk ise, yığınların
gündelik yaşamda en sık karşılaşılan
türü olan kalabalıklara bir örnektir.
Kalabalıklarda, belki diğer insanlardan yalnızca
fiziksel yakınlıkları kadar haberdar olabiliriz; dinleyici ya da izleyici topluluklar kadar bile
biarada bulunmayız.
Bir amacı gerçekleştirme, kendisini
ifade etme, bir uygulamayı protesto etmek gibi nedenlerle biraraya gelen ve
belli ölçüde örgütlenmeye de ihtiyaç duyulan topluluklarla da karşılaşırız.
Bunlar genel olarak gös- teri
toplulukları olarak adlandırılır.
Çağdaş yaşam, özellikle de kentlerde, modern insanı komşuluk
ilişkilerinin büyük anlam ve önem
taşıdığı geleneksel toplumların aksine, yığın niteliği gösteren yerleşim alanlarında yaşamaktadırlar.
Birbirine
fiziksel açıdan yakın olmalarına
karşın, birbirine yabancı birey ve ailelerin yaşadıkları apartmanlar,
güvenlikli siteler, rezidanslar, oda oda kiralanan binalar ve
mahalleler vs. gibi.
Toplumsal Kategoriler
Toplumsal kategori; toplumsal
yığından ya da toplumsal gruptan
farklı olarak, aslında zihinsel bir inşa olarak, ‘gözlemcinin yargılarında bir araya gelmiş kişilere işaret eden’ bir kavramdır. Toplumsal
kategorile- rin tanımlanmasında en önemli husus, kişilerin birtakım ortak
özellikleri paylaşmakta olduklarının
saptan- masıdır. Belli bir toplumsal kategori içerisinde değerlendirilen
kişiler, böyle bir kategorinin varlığından ya
da
başkalarıyla birlikte bir kategori
oluşturduklarının farkında bile olmayabilirler.
Okul öncesi çocuklar, evli kadınlar,
tarım işçileri, sosyal konutlarda
ikamet eden aileler, okur-yazar olmayanlar, yaş,
meslek, eğitim durumu vb. gibi belli yönlerden benzeşen kişiler toplumsal
gruplardan farklı olarak birbirleriyle
gerçek iliş- kiler içinde bulunmazlar, hatta
birbirlerini tanımazlar bile.
Kategorilerin ayrımına temel özellik
ancak toplumsal açıdan belli, anlamlı sonuçlara veya değerlendir-
melere yol açacak nitelikte ise toplumsal kategorilerden söz etmek mümkün hale
gelir. Örneğin toplumdaki kıvırcık ve düz saçlılar ayrımını bir toplumsal
kategori olarak değerlendiremeyiz; ancak köylü-kentli,
si-
vil-asker, yerli-göçmen, çiftçi-işçi vb. gibi
ayrımları sosyolojik araştırmalar açısından önemli, anlamlı sonuç-
lara yol açabilecek toplumsal
özellikler olarak değerlendirilir.
Toplumsal kategorilerin
istatistikî özellikler taşıdığı açıktır.
Sadece istatistikî bir ortalamaya
tekabül edi- yor olması, kategorileri dikkate almamayı gerektirmez. Zira
sosyoloğun araştırma amaçlarına bağlı olarak, bu türden istatistikî kategoriler
önemli olabilir: Örneğin, siyasal
davranışı analiz eden bir sosyal
bilimci veri- lerini oy veren veya vermeyen, radikal ve muhafazakar, kadın ve
erkek seçmenler veya yaş,
eğitim, meslek, gelir ölçütlerine göre kategorilere ayırıp düzenleyebilir. Eğitimle ilgili ya da yoksullukla ilgili araştırma ya- pan bir sosyal bilimci, farklı kategorileri kendisine baz alabilir.
İstatistikî kategoriler, genellikle incelenen ‘evren’i bize verir.
Evren, araştırma yaptığımız alanla
ilgili verilerin toplam sayısıdır. Örneğin, “İstanbul’da 2011 yılında 1000 bebek doğdu”
şeklindeki bir ifade tek ba- şına ifade etmez; bu ifade, ancak İstanbul’un
genel nüfusu bilindiğinde ya da
dikkate alındığında bir anlam ifade eder. Bu mukayese sonucunda, söz konusu doğum sayısının nüfus artışı
açısından yüksek ya da dü- şük
olduğuna ilişkin bir değerlendirme yapabiliriz.
Benzer durumlar, evlilik, boşanma
vs. rakamlarıyla ilgili de söylenebilir. Toplumsal kategoriler hakkında
bu türden bilgilere sahip olmak, toplumsal durumlar ve ge- lişmeler hakkında bilgi sahibi olmak ya da toplumsal düzenlemeler ve hazırlıklar yapmak açısından önemli olabilir. Örneğin, 2011 yılında doğan
çocukların sayısına ilişkin bir bilgi, yaklaşık
6-7 yıl sonra kaç öğrenci- nin okula başlayacağını
tahmin etmek açısından ve ihtiyaçların tespiti açısından faydalı
olacaktır.
Çağdaş toplumda rastlanan pek çok ve çeşitli kategori mevcuttur. Fakat bunlar arasında özellikle
ikisinden söz etmek gerekebilir: Bunlardan bir tanesi olan kitle, aynı uyarıcıdan
etkilenmekle beraber fizik yakınlığı
bulunmayan kimselerin oluşturduğu
bir toplumsal kategoridir. Belli bir kitleyi oluşturan kişiler birbirleriyle etkileşim içinde bulunmazlar, ancak
ilgi ve beğenileriyle başkalarından ayrışırlar. Aynı gazeteyi okuyanlar, aynı müzik sanatçısını dinleyenler, aynı aktörün filmlerini
izleyenler arasında
karşılıklı anlam-
lı ilişkiler mevcut olmadığı,
aralarında hiyerarşik bir işbölümü
vs. olmadığı için bir toplumsal grup olarak değerlendirilmezler. Aynı şekilde aralarında fizikî bir ilişki olmadığı, aynı yerde bulunmadıkları için yığın olarak da
kabul görmezler. Ortak paydaları ‘uyaran’ın
aynı olmasıdır. Günümüzde, bu türden kitle araştır-
maları;
moda, kitle iletişim araçları, pazarlama vs. gibi alanlarda önemli hale gelmiştir.
Bir diğer önemli toplumsal kategori
örneği azınlıklardır. Azınlıklar, toplumun egemen üyelerinden be- lirgin farklılıkları nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulan kişilerden
oluşan kategorilerdir. Azınlık üyelerinin tanımlanmasında konuştukları
dil, inanç, derilerinin rengi vb. gibi çeşitli özellikler belirleyici olabilir.
Bir toplumda azınlıkların ortaya
çıkışı; ekonomik veya siyasal
nedenlerle gerçekleştirilen gönüllü ya
da zorunlu göçler, toprak ilhakları, sömürgecilik vs. gibi çeşitli yollarla
olabilir. Ayrıca, toplumsal azınlık
kavramını, sayısal azınlık ile de karıştırmamak gerekir. Örneğin apartheid
rejiminin hüküm sürdüğü dönemde Güney Afrika’da
Bantu yerlileri buradaki Avrupalılardan
sayıca çok fazla idiler, fakat Avrupalılar egemen, Bantular ise azınlık
statüsünde Avrupalı yönetici sınıflar tarafından
toplumsal yaşamdan dışlanmış ve çeşitli baskıla- ra maruz
bırakılmışlardı.
İnsanları belli kıstaslara ve özelliklere göre türlere ayırma olarak
tanımlanan kategorileştirmenin özel bir türü de kalıpyargılardır.
İnsanlarda gerçekten var olan bir
özelliğe dayalı olarak geliştirilen
kategorilerden farklı olarak kalıpyargılar, ‘var olduğu sanılan’, ‘varsayılan’
bir özelliğe dayanırlar. Dolayısıyla bilimsel ka- nıtlara dayanmazlar. Kulaktan dolma bilgilerle
üretilirler. Genelleştirme ve
özelliştirme eğilimlerinin bir so- nucu olarak geliştirilen yargılardır. Örneğin Türkiye’nin herhangi bir şehrinden tanıdığımız
3-5 kişiden ha- reketle o şehrin tamamına ilişkin bir genellemeye varmak
gibi. Bunun tersi de söz konusu olabilir: Örneğin herhangi bir şehirden ya da ülkeden olanlara ilişkin genellemeci
yargımızı, o şehir ya da ülkeden daha önce hiç tanımadığımız
birisine uygulamamız gibi...
Sonuç
Bireyin toplumla ilişkisi ve toplumun genel işleyişi, bir anlamda,
bu derste tanımlamaya ve tanıtmaya çalıştığımız gruplar, yığınlar, kitleler vs. içerisinde ve aracılığıyla gerçekleşir. Hatırlanması gereken bir hu- sus; toplumsal hayatın durağan bir hayat olmadığıdır. Tam
tersine toplumsal hayatımız son
derece değiş- kenlikler içerir ve
dinamiktir. Bireyler olarak bizler,
gündelik hayatımızda bütün bu farklı
birliktelikler içe- risinde oluyoruz.
Sabahleyin uyanıp yataktan çıkmakla başlayan ve
akşam eve dönüp uyuyana kadar geçen süre içerisinde,
toplumsal gruptan toplumsal yığınlara varıncaya dek birçok farklı topluluk içerisinde
bu- lunuyor, içinde bulunduğumuz yapıya uygun davranışlar sergiliyor,
sergilemediğimizde belki ayıplanıyor ya
da sergilemeyenleri ayıplıyoruz;
kategorilerden, kitlelerden, kalıpyargılardan
vs. söz ediyoruz. Dahası bazen kağıt üzerinde durağan, birbirinden ayrı ve kopuk görünen bu farklı topluluk
tiplerini aynı anda ya- şamak
durumunda kalabiliyoruz.
Toplumsal grup, toplumsal yığın,
toplumsal kategori gibi kavramların incelenmesi, sistematik çözümle- menin ilk
adımıdır. Bu tanımlamalar, araştırma sorularını ortaya çıkarır. Örneğin, toplumsal grubun tanımı, grup içinde
araştırılması gereken etkileşimler, değerler, dayanışma vb. gibi değişkenleri ortaya çıkarır. Bir grubun üyelerinin
grupla özdeşimi bir başka gruba göre daha güçlü ya da daha zayıf olabilir. Bir grubun üyelerinin birleriyle
ilişkileri bir diğer gruba göre daha yoğun ya
da gevşek olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder