17 Ocak 2014 Cuma

Toplumsal Statü

Grupların ya da toplumların belirleyici özelliği, bir bütün oluşturmalarıdır. Bütünleşme ise, yani par- çaların her birinin diğerleriyle birlikte var oluşu yapılaşmayla birlikte sağlanır. O nedenle, ‘yapı’ kavramı, sosyolojinin önemli, belki de en önemli, fakat üzerinde bir görüş birliğinin sağlanamadığı ya da en az sağla- nabildiği kavramlardan bir tanesidir.

“Toplumsal yapı” kavramını ilk kullananlardan biri Herbert Spencerdir.1 Spencer, bu kavramla neyi kastettiğini açıklamak için biyolojik benzetmelerin (organik yapı ve evrimle kurduğu analojiler vb. gibi) çokça etkisinde kalmıştır. Sonraki dönemde pek çok sosyolog ve antropolog ‘toplumsal yapı’ kavramına bir açıklık sağlama çabası içerisinde olmuşlarsa da, yaptıkları tanımlar birbirlerinden epeyce farklı olmuştur.Yapı kavramını kişilerarası ilişkilerin yapısal biçimi (Radcliffe-Brown); toplumdaki kalıcı, sürekli, ör- gütlenmiş ilişkilerin oluşturduğu temel grup ve kurumların bütünü (M. Ginsberg); toplumsal rollerin bi- leşkesi (S. F. Nadel, H. Gerth ve C. W. Mills) olarak belirleyen görüşler vardır.”2 Bütün bu yaklaşımlar; öne çıkardıkları hususların ya da vurguların farklılaşmasına karşın, toplumun belli başlı öğelerini belirlemeyi amaçladıkları, bu öğelerin birbirleriyle nasıl ilişkili olduklarını ve bu ilişkilerin/bağlantıların nasıl olup da parçaların tümünü aşan özelliklere sahip sürekli bir bütün ortaya çıkardığını araştırmayı amaçlarlar.

Yapı kavramı genellikle bir düzen, düzenlilik, örgütlenme özelliklerini akla getirir. Nitekim parçaları arasında düzenli, uyumlu ilişkiler bulunmayan oluşumlar bir sistem olarak görülmezler. Bu çerçevede, ya- pının durağan bir özellik içerisinde olduğu söylenebilir. İnceleme kolaylığı açısından, sosyologlar da, toplu- mun durağan/statik yanı ile dinamik yanını birbirinden ayrıştırmayı tercih etmişlerdir (Comte’un sosyoloji için önerdiği toplumsal statik ve toplumsal dinamik ayrımına benzer olarak).

İşlevselci ve yapısal-işlevselci yaklaşımın bir uzantısı olarak da değerlendirebileceğimiz tarzda, toplumun nasıl düzenlendiğinin anlaşılmasında benimsenen yaklaşımlardan bir tanesi, toplumsal davranışı kişilerden ayrıştırarak statülere bağlayarak işe başlamaktır. Bunun bir devamı olarak da, her bir toplumda bu statülere bağlı olarak belli ayrıştırmaların, sıralamaların meydana geldiği, sonrasında da bu sıralamalardan hareketle de tabakalaşmalar araştırılmaya, değerlendirilmeye çalışılır.



Toplumsal Statü

Statü sözcüğü, ‘durum’ anlamındaki Latince status’tan türemiştir. Sözcük Batı dillerinde 18. yüzyıldan itibaren, hukukta bir durumu veya konumu ifade etmek için (örneğin, ‘medenî durum’, ‘zencilerin yasal statüleri’, ‘gündelikçi-işçilerin statüleri’ vb. gibi) kullanıldı ve bu anlamıyla günümüze dek ulaştı. Williams, aşağıya alıntıladığımız paragrafta, ‘statü’ kavramının kökenini, tarihsel süreç içinde kazandığı yeni anlamı ve çağdaş sosyolojideki konumunu kısaca özetliyor:

“Sık sık daha kesin ve ölçülebilir bir terim olarak classa (sınıf) tercihen önerildiği modern sosyolojide, yeni bir genel anlamda kullanılmasıyla birlikte, sözcük zorlaşır. Class’ın grup, mertebe ve oluşum şeklin- deki başlıca üç anlamına gönderme yapmadan, bunu açıklığa kavuşturmak olanaksız. Belli ki status’ın
ne grup ne de oluşum anlamında açık bir anlamı yok, asıl önemi mertebeyi anlatan yeni ve modernleştirici bir terim olmasında (mertebe [rank] teriminin devralınmaya ve resmiyete ilişkin çağrışımlarını taşımaz). Dola- yısıyla yalnızca bu anlamıyla class sözcüğünün yerine geçirilebilir. (...) Sözcüğün kullanımı çoğu zaman Max Webere ve onun Marxa ait sınıf kavramını eleştirmesine kadar götürülür. (...) Marx’taki başlıca an- lamıyla class’ın salt ekonomik etkenlerinden başka motivasyonları olan bir toplumsal grubu kapsayacak biçimde genişletilebilir bu anlam: gruba veya ayrı bir toplumsal duruma uygun sosyal inanışlar ve ideal- ler gibi motivasyonlar. Daha yakın zamanların sosyolojisinde, bu önemli toplumsal gözlem, genelleştiri- len bir mertebe düzeni şeklinde soyut bir anlama aktarıldı: ‘toplumsal statü... bir kişi, aile ya da akrabalık grubunun toplumsal sistemde diğerlerine göre tuttuğu konum... Toplumsal statünün birkaç kişinin do- ruğa yerleştiği hiyerarşik bir dağılımı vardır...’ (A Dictionary of Sociology, G. D. Mitchell, 1968). Bu, reka- betçi ve hiyerarşik toplum modeline olağandışı bir teknik derinlik getirmiştir. Status ‘sürekliliği olan bir değişkendir, ama gözlemlenebilir ‘öbekleriyle birlikte mertebe anlamıyla sınıfa karşı, belirli grup ya da oluşum imaları olan bir ölçüm terimi olarak bunlar avantajlarıdır. Aynı zamanda dezavantajlarıdır, çün- kü terim (geleneksel çağrışımlarından) görünüşte nesnel statü belirleme sürecini karıştırması kaçınılmaz olan saygı ve özsaygı öğelerini miras olarak alır. Mertebe’nin ünvanları ve kuşakları varken, statü’nün simgeleri vardır. Fakat bunların yalnızca sergilenebilmesi değil, edinilmesi de karakteristiktir; nesnel ya
da sahte-nesnel göstergeler, bu durumda öznel ya da sırf gösterişe dönük vurgularla karıştırılır. Bu özel- leşmiş, ama artık yaygın anlamıyla statü’nün dilinin özellikle indirgenmiş bir anlamda (mertebe) sınıf’ın dili halini alması çok anlamlıdır. Oluşum, hatta daha geniş grup anlamında sınıf’ın üstünü çiziyormuş gibi görünme ve de hiyerarşik ve bireysel olarak rekabetçi olmakla kalmayan, özü bakımından tüketim ve gösterişle tanımlanan bir toplum modeli sunma avantajlarına sahiptir bu. Dolayısıyla ‘sürekliliği olan bir toplumsal statü skalası’, ‘evin oturma odasına yansıyan yaşam biçimi’ üstüne temellendirilmiştir (...). Birimler statü grupları, hatta statü sistemi olacak biçimde gruplandırılırken, ölçülmekte olan ‘yaşama’ biçimi, ister mallar ve hizmetler olsun ister ‘kamuoyu’ olsun, piyasa araştırmasıyla tanımlanır. Önceden yasal durum ya da genel durumu anlatan (...) terim de bu durumda uzlaşılı modern kullanımıyla, bütün toplumsal sorunların devingen bir tüketici topluma indirgenmesinin emrine amade bir terimdir.”3

Statü, özellikle Max Weber sosyolojisi bağlamında önem kazanan ve çağdaş toplumların tabakalaşma sistemlerinin analizinde yoğun biçimde kullanılan bir kavramdır. Başlarken kavramın, bir ‘giriş’ metninde sunulandan çok daha zengin ve karmaşık bir içeriğe sahip olduğu konusunda bir uyarıda bulunmak gerekiyor. Konunun bu boyutunun ve tartışmanın taraflarının daha açık ifade bir ifadesi Turner ’in şu ifadelerinde yer alır:

“(...) tartışma, kısaca Karl Marx’ın (1818-1883) çalışmalarındaki toplumsal sınıfın politik ekonomisi ile Max Weber’in sosyolojisi arasındaki karşıtlık olarak ifade edilebilir. Marxa göre, toplumdaki asli bölün- meler ve sonuçta oluşan toplumsal tabakalaşmanın tüm biçimlerinin temelleri ekonomik niteliklidir, yani özel mülkiyete sahiplikle ilgilidir. Marksist sosyolojiye göre toplumlardaki eşitsizlik, bölünme, hiyerarşi ve ayrımların nedeni, asıl olarak ekonomik ilişkilerde bulunabilir. Ayrıca, bu ekonomik ilişkiler, ancak tarihsel çözümlemeyle anlaşılabilir. Bu nedenle Marksist sosyoloji, çoğu zaman ‘tarihsel materyalizm’ olarak tanımlanır. Oysa, Weber’in çalışmalarını izlediğimizde, toplumsal tabakalaşmanın bir çok boyu

tunun (örneğin güç/iktidar, ekonomik ve kültürel farklılıklar ) olduğunu görürüz. (...) Statü kavramını çevreleyen tartışma, sosyolojideki kuramsal yaklaşım farklılıklarıyla ilintilidir. Bu tartışma, toplumdaki eşitsizlik boyutları ve boyutlar arasındaki ilişkiyle bağlantılıdır. Bu konu önemsiz gibi görünse de, bakış açısı farklılığı, gerçekte tarihe bakıştaki farklılıkları içerir. Kısaca, Weberci ve Marksist sosyolojiler arasın- daki gerilimler, ekonomik sınıf ya da statü gruplarından hangisinin toplumsal tabakalaşmanın en önemli ögesi olduğu ve bundan dolayı da modern toplumlardaki politik çatışmanın niteliği etrafında odaklan- maktadır. Klasik Marksizm, sosyalizmde özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla toplumsal sınıfların
yok olacağını öngörmüşken, Weber, hem kapitalizm hem de sosyalizmde statü farklılıkları ve statü-grup çatışmalarının süreceğini iddia etmiştir.”4

Toplumsal ilişkilerin daha çok uzlaşmayla mı yoksa  çatışmayla mı tanımlanması gerektiği konusu, sosyolojideki temel tartışmalardan bir tanesidir. Toplumsal uzlaşma kuramları, bu çerçevede, toplumsal düzenin varlığını nasıl sürdürdüğünü açıklamaya çalışır. Çatışma sosyologları ise, anlaşma ve uzlaşma alan- larından ziyade, çatışma, gerilim ve düzensizliğin yaygınlığına vurgu yaparlar. Günümüzde, bu konu her
iki boyutun da belli bir önemi ve etkisi olduğunu belirten yaklaşımların gelişmesiyle birlikte bu tartışma bir yönüyle aşılmış görünüyor.

Statü konusunun ele alınmasında, Turnere göre, ABD ve Avrupa sosyolojileri arasındaki farklılıklar da önemli olmaktadır: “Birleşik Devletlerdeki statü tabakalaşmasının tarihsel gelişiminin Avrupadaki sınıf sis- temlerinin gelişiminden bazı bakımlardan farklı olduğunu görebiliriz. Birleşik Devletler, feodal bir soyluluk geleneğini miras almamıştır. Göç, hem ülkenin değer sistemi içerisinde temel bir bileşen olarak bir bireysel başarı duygusu hem de ayrı ve rakip etnik topluluklar biçiminde örgütlenmiş olan bir toplumsal sistem oluşturmada kritik bir rol oynamıştır. Bu tarihsel farklılıklar, Amerikan ve Avrupa sosyolojilerindeki top- lumsal tabakalaşmaya oldukça farklı olan yaklaşımları bir dereceye kadar açıklamaktadır. Avrupa kökenli sosyal kuramlar, endüstriyel toplumlardaki ekonomik sınıfların rolüyle ilgilenirken, Amerikan sosyologları ise bireylerin toplumsal hareketliliği çalışmaları, mesleki yapı çözümlemesi (...) ve saygınlığa ilişkin öznel duygularla (...) daha çok ilgilenmişlerdir.”5 Aynı yerde, Turner, Amerika bağlamında Warner Sosyoloji Oku- lu’nun6 çalışmalarıyla “Weber’in statü kavramına ilişkin çatışma perspektifi”nin dönüştürüldüğünü, asıl çerçevesinden saptırıldığını, ‘statü’ ve ‘sınıf’ kavramlarının birleştirildiğini ve çatışmanın bilinci biçimlendir- medeki öneminin göz ardı edildiği tespitini yapmaktadır: “Toplumsal tabakalaşma, saygınlık mertebelen- dirilmesiyle eşitlenen daimi bir konumlar derecesi olarak görülmüştür. Bireylerin, kendi kişisel çabalarının sonucunda bu derecelendirilmiş konumlar içinde hareket ettikleri düşünülmüştür. Kaynakları tekelleştir- mek için sosyal kapanma uygulayan statü grupları düşüncesi, toplumsal hareketlilik fırsatlarının hayli fazla olduğu sınıfsız bir toplum olarak Amerikan imgesi lehine terkedilmiştir. Hem Marx’ın hem de Weber’in sosyolojilerinde gördüğümüz toplumların tarihsel dönüşümlerinin dinamik sürecindeki temel ögeler olarak sınıf çatışması ve statü rekabetine odaklaşmanın yerini, Warner Okulu’nun topluluk çalışmaları ile K. Davis ve W. E. Moore’un yapısal işlevselci tabakalaşma kuramında uzlaşmaya yapılan vurgu almıştır.”7

Statü kavramının farklı yorumlarına ilişkin Turner’in altını çizdiği bu durum, Gordon Marshall tarafın-
dan da farklı bir biçimde dile getirilmektedir:

“Sosyolojide statü konusunda iki yaklaşım vardır. Daha zayıf olan anlamı çerçevesinde statü, bir kişinin toplumsal yapıda işgal ettiği konum (öğretmen vb. olarak) anlamına gelir ve genellikle, statü-rol düşün- cesini akla getirmek için toplumsal rol nosyonuyla birleştirilir. Daha güçlü anlamıyla ise, statü grupları
    ya da katmanlarının hukuksal, siyasal ve kültürel ölçütlerle derecelendirilip düzenlendiği bir toplumsal

tabakalaşma biçimini anlatır. Statü konusundaki bu yaklaşımın birçok versiyonu vardır. Örneğin hukuk kuramcısı Sir Henry Maine, Batı toplumunun tarihini, statüden sözleşmeye geçiş; yani, hiyerarşik ba- kımdan düzenlenmiş katmanlara dayalı feodal örgütlenmeden, birbirlerine sözleşmeler aracılığıyla bağlı bireyler arasındaki piyasa ilişkilerine geçiş ekseninde kavramsallaştırabileceğimiz görüşündeydi. Max Weber de, sınıf, statü ile partiyi birbirinden ayırarak kategorileştirdiği ünlü iktidar kuramında, sınıflar, statü grupları ile siyasal partiler arasındaki ilişkileri buna benzer bir tarihsel bakışla ele almıştı.”8

Kavramın çok boyutluluğuna ve karmaşıklığına ilişkin bu başlangıç ve genel bilgilendirmeden –belki de genel bir hatırlatma yaptıktan- sonra, gerek sınıf kavramını ve gerekse tabakalaşma konusunu ilerleyen haf- talarda ayrıntılı bir şekilde ele alacağımızı da belirterek, statü ve onunla ilgili belli kavramların kısaca tanıtı- mına ve değerlendirmesine geçebiliriz.

Statü, toplumsal yapının [aynı zamanda ‘toplumsal tabakalaşma’nın] en küçük birimleri olarak değerlen- dirilir ve kısaca “bireyin toplum yapısı içindeki yeri, konumu, ‘mevkii9 olarak tanımlanır. Statü, onu işgal eden kişilerin özelliklerinden, şahıslarından bağımsız olarak nitelendirilip değerlendirilmiştir. Birer soyutla- madırlar. Toplumsal grup içinde belli bir yerin, diğer yerlere göre belirlenmesidir. Bu yönüyle, statü kavra- mının tüm tanımlarında somut belli karşıtlıklar ya da karşılaştırmalar gizlidir. Örneğin kadının statüsünden söz ediyorsak eğer, bu her zaman erkeğin statüsüne göre yapılan bir değerlendirmedir. Elitler kavramı, elit olmayanların olduğunu da ifade etmektedir. Türklerden söz etmek, Türk olmayan birilerinin bulunduğunu da ifade ediyoruz demektir.

Belli bir statünün iyi, önemli, güç, sıradan ya da kötü olarak nitelenmesi onun saygınlığını (prestijini) oluşturur. Herhangi bir statünün saygınlığı, o statüyü işgal eden kişinin rol davranışının değerlendirilme- sinden farklı bir husustur. Statüye ilişkin toplumsal değerlendirme statüsel saygınlık olarak adlandırılırken,
o statüyü işgal eden kişinin kendisinden beklenen rolleri ne ölçüde başarılı bir şekilde yerine getirdiği kişisel saygınlık olarak adlandırılır. Statüsel saygınlık, kişisel saygınlığın bir garantisi değildir. Toplumda yüksek
bir statüye sahip bir mesleği (doktorluk, avukatlık, yöneticilik, siyaset vb. gibi) icra eden herhangi bir kişi, sergilediği –toplum tarafından hoş karşılanmayan- kimi gayrı ahlakî davranışlar nedeniyle mesleğinin statü- süne eş değerde bir kişisel saygınlığa sahip olmayabilir.

Toplumsal statüler, genellikle iki yolla kazanılır: (1) Doğumla edinme [verilmiş statü]
Biyolojik faktörler: Yaş, cinsiyet, ırk ve başka fizikî özellikler gibi biyolojik faktörler, bazı statülerle yakın- dan ilgilidir. Hemen hemen tüm toplumlarda yaşla ilgili olarak bazı statü ayrışımları kabul edilir: Seçmen- lik, medenî haklardan yararlanma, askerlik, memuriyete giriş, evlilik vb. gibi bazı statüler belirli yaşlarla bağlantılıdır. Yaş değişiklikleri fizyolojiden ziyade kültürel kalıplarla ilişkilendirilebilmektedir. Çocukluk statüsü ilkel ve medenî toplumlara olduğu kadar, zamana ve koşullara bağlı olarak da değişebilmektedir. Örneğin Spartada hastalıklı ve sakat çocuklar genellikle dağlarda ölüme terk edilirken, çağdaş toplumlarda bundan tamamen farklı bir görüş saygınlık kazanmıştır. Çağdaş toplumlarda eğitim süresinin uzatılması, evlenme yaşının yükseltilmesi, çocuk yaşta çalışmanın yasaklanması vb. gibi uygulamalarla çocukluktan ye- tişkinliğe geçiş süreci uzatılmaktadır. Yaşlılık statüsü, özellikle sanayileşme öncesi toplumlarda  büyük bir saygınlık ve güç belirtisi olarak görüldüğü de hatırlanmalıdır.

Değişmez ve kolaylıkla görülebilen fiziksel bir özellik olması nedeniyle cinsiyet de, statü ayrışımına elve- rişli bir zemin teşkil etmektedir. Meslekî, düşünsel uğraşlar, siyasal sorumluluklar ve öteki pek çok faaliyet çeşitleri her toplumda kadın ve erkek açısından değişik ölçütlere dayandırılmaktadır. Günümüzde boyutları
–çeşitli disiplinlerin ürettiği bilgiler ışığında tartışılır olmakla birlikte- her toplumda kadın ve erkek ayrımı- na dayalı bir işbölümünün üretildiği gözlemlenmektedir. Kadın ve erkek statüleri ayrışımını biyolojik teme- le indirgemek, antropolojik verilerin erkeğin üstün gücü ve yapısına dayanan meşrulaştırma çabalarını da epeyce zorlamaya başlamıştır. Yalnızca erkeklerin fizyolojik özellikleri, gücü vs. gibi nedenlerle görebileceği işlerin, dolayısıyla da sahip olacağı statülerin farklı kültürler arasında değişkenlik arz ettiği görülmektedir. Bazı toplumlarda kadının erkekten daha güçlü ve daha üstün statülere sahip olduğu da görülmektedir.


Doğumla sahip olunan statüyü belirleyen biyolojik özelliklerden bir diğeri de ırktır. Belli toplumlarda ve belli zamanlarda, bir ırkın diğerine göre daha yüce ya da daha aşağı statülerde tanımlanması gibi... Bu kate- gorilendirmeler ve ayrıştırmalar, belli işlerin, mesleklerin ve statülerin yalnızca belli ırklara özgü kılınması gibi sonuçlar doğuracaktır.

Bireyin üyesi bulunduğu ailenin toplumsal statüsü, o kişiye kendinden bağımsız olarak belli statülerin yüklenmesinin sebebi olabilir. Bunun yanı sıra, ailenin toplumsal statüsü ve imkanları, kişinin kendi uğraş- ları sonucunda elde edebileceği diğer statülere erişimde bir başlangıç noktası oluşturacaktır. Servet, eğitim, meslek, din ve mezhep gibi statü belirleyici özellikler pek çok zaman kişinin soy ve aile ilişkilerine bağlı olarak statüsünün sonuçlarıyla da ilişkilidir. Bu anlamda aile; toplumsal statüsü nedeniyle, bazı statüleri çocuğa doğrudan temin ettiği gibi, toplumsallaştırma sürecindeki önemli konumu nedeniyle çocuğun statü yönelimlerini de belirleyebilmektedir.

(2) Bireysel nitelik ve uğraşlarla kazanma [kazanılmış statü]. Doğumla edinilen statülere ilaveten, bireyler toplumsal hayatlarında yeteneklerine ve uğraşlarına bağlı olarak farklı statülere de sahip olabilmekte, çağ- daş toplumlar da onlara bu isteklerini gerçekleştirme fırsatları sunabilmektedir. Bu çerçevede, bireylerin daha farklı statüler elde etmelerinin bir aracı eğitimdir. Eğitim biçimi, süresi ve derecesi statü kazanılmasın- da önemli bir faktördür. Eğitim görmüş olmak, eğitimli olmak başlı başına bir statü kaynağı olabilmektedir. Fakat eğitimin yaygınlaşması nedeniyle, eğitimin tek başına bir statü göstergesi olmaktan çıkması durum- larında bile, eğitim görülen alan (örneğin mühendislik, tıp, hukuk, siyaset bilimi vb. gibi) yüksek statülere giriş imkanları sunmaktadır.

Meslekler ve mesleklerin toplumsal yapıdaki işlevi, toplumsal işleyişteki önemleri de bireylerin toplum içerisindeki konumlarını belirlemede kullanılan bir ölçüt olarak görülmektedir. Uzmanlaşmanın ve işbölü- münün artmasıyla birlikte, meslekler ve görülen işler giderek birbirinden ayrışır ve her birine farklı değer verilir. Bu anlamda bir tıp doktorunun statüsü ile bir teknisyenin statüsü ve doğal olarak da bu statülerin bireye kazandırdıkları aynı düzeyde olmaz. Bu farklılaştırma ve sıralama her toplumda karşımıza çıkan bir durum olmasına karşın, meslek hiyerarşilerindeki sıralamalar toplumdan topluma farklılıklar göstereceği açıktır. (Bu benzerlik ve değişkenlik durumu, doğumla elde edilen statüler için de aynı şekilde söylenebilir. Bazı toplumlarda yaşlılık olumlu bir özellik iken, bazı toplumlarda bunun tersi bir durum söz konusu olabi- lir. Irk ve inanç için de benzer bir durum söz konusudur.)

Toplumsal tabakalaşma ve toplumsal hareketlilik konusuyla da yakından ilişkili olan bir husus da şu- dur: Eğitimle, meslekle ya da servet biriktirmekle elde edilen yeni ve daha üst statülere ulaşan bireylerin, o statüyü işgal eden bireyler ya da gruplar tarafından hemen ilk başta kolaylıkla benimsenmediği de
hatırlanmalıdır. Belli statülere giren yeni bireylerin, belki bu statüleri elde etme biçimlerine ve ilgili statünün gerektirdiği varsayılan rolleri icra edip etmemelerine bağlı olarak, belli bir süre için ‘sonradan görme’ mu- amelesi gördükleri ve sonraki kuşaklarda bu ‘dışlanma’ durumunun ortadan kaybolduğu gözlenmektedir (örneğin, feodalite döneminde para ile soyluluk unvanlarının satın almak suretiyle aristokrasi sınıfına dahil olmak gibi).

Toplumsal sistem içinde herkesin birden fazla statüye sahip olduğu açıktır. Çünkü herkes birden fazla gruba üyedir ve her bir grup içerisindeki yeri ve konumu ayrı bir değerlendirmeye konu edilir. Aynı anda birilerinin ebeveyni, birilerinin çocuğu, birilerinin kardeşi, birilerinin arkadaşı, bazı ikincil grupların üyesi, bir öğrenci ve aynı zamanda da belli bir meslek mensubu olabiliriz. Bütün bu farklı grup ve statü içerisin- den, kendimizi daha fazla ait hissettiğimiz, kendimizi özdeşleştirdiğimiz ve toplumda o statüyle anılmayı tercih ettiklerimiz vardır. Aynı şekilde, toplum da bizi bu farklı statüler içerisinden belli bir tanesiyle anmayı tercih edebilir. Örneğin, kendimizi karşımızdaki kişiye/kişilere mesleğimizi merkeze alarak tanıtmayı tercih edebiliriz. Komşumuz Ahmet Bey’i, Fatma Hanım’ı cinsiyetinin, hangi şehirli olduğunun, hangi düşünce yapısına sahip olduğunu dikkate almaksızın yapmış olduğu işle tanımlayabilir, ilişkimizi o statü üzerinden kurup geliştirebiliriz: Doktor, mühendis, avukat vb. gibi. Toplumda belirleyici önemde görülen bir gruptaki statü, bireyin kilit statüsü [anahtar statü] olarak adlandırılır. Diğer statüler ikincil bir konumda kalabilir. An- cak, bireyin pek çok gruba üye olması, buna bağlı olarak pek çok statüyü işgal etmesi ve pek çok rolü icra ediyor olması aslında bütün bu statü ve rollerin bireyin yaşam tarzı, düzeni üzerinde belli etkilerde buluna- caktır. O nedenle, bireyin her şeyini yalnızca kilit statüsünün belirlediğini düşünmek eksik olacaktır. Hatta,


bireyin statülerinin diğer aile fertlerine de etkide bulunacağı, aynı zamanda kendisinin statüsünün de diğer aile fertlerinin statülerinden etkilenebileceği de düşünüldüğünde mesele toplumsal araştırmalarda bireyin çevre faktörlerine de dikkat etmeyi gerektirecek karmaşık, karşılıklı etkileşimlerin bolca olduğu bir hal alır.


Sonuç

Hemen her toplumda, bireyler arasında belli özelliklerine ve yapıp ettikleri işlere bağlı olarak belli fark- lılıkların, ayrışmaların ve eşitsizliklerin olduğu görülüyor. Her toplumda, dolayısıyla, belli statülere diğer- lerinden farklı –saygınlık, gelir, prestij, otorite vb. gibi- ödüller atfedilmiştir. Her toplum, o toplumsal işbö- lümü içerisinde karşılanan belli görevlerin karşılığını farklı ücret ve değerlendirme sistemi ile ödeyebilir. Bireyler, toplum içinde işgal ettikleri ve toplumsal hiyerarşideki yeri/saygınlığı kendilerinden bağımsız ola- rak toplumdaki işbölümüne bağlı ve diğer işlere ve statülere göreli olarak belirlenen belli statüler içerisinde, bu statülerin gerektirdiği belli rolleri yerine getirirler.


Bu derste, sonraki derslerde ayrıntılı bir şekilde değerlendirmeyi hedeflediğimiz toplumsal tabakalaşma açısından statü ve statü gruplarının önemine ve bu kavram etrafındaki tartışmaların çeşitliliğine pek fazla girmeden, statü kavramının içeriğini kısaca değerlendirmeye çalıştık. Bir sonraki dersimizde, statü kavra- mıyla doğrudan ilintili ve birlikte düşünülmesi gereken ‘toplumsal rol’ kavramını ele almaya çalışacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder