18 Ocak 2014 Cumartesi

YENİ ÇAĞ: MİLLİ DEVLET VE MUTLAK MONARŞİ



Orta Çağ üzerine olan dersimizde belirttiğimiz gibi ticaretin gelişmesiyle feodal düzenin gücü azalmış ve yeni bir toplumsal sınıf belirmeye başlamıştır. Ticaretle geçinenler “burg” denilen kaleler içinde (kentlerde) yaşıyor ve kendilerine “burgensis” adı veriliyordu. Geçimini ticaret ve zanaatla sağlayan bu yeni sınıf (daha sonra burjuva denilecek) zamanla toplum içinde güç kazanmış ve çıkarları gereği feodal senyörlere karşı merkezi iktidarı (kralı) desteklemiştir. Ancak daha sonra mutlak monarşiyle de çatışmaya girmiş ve tarihte burjuva devrimleri olarak bilinen radikal değişimleri gerçekleştirmiştir. Bu konuya ilerleyen derslerimizde tekrar döneceğiz.

XVI. yüzyılın hemen öncesinde ortaya çıkan bazı teknolojik gelişmeler de merkezi krallıkların güçlen- mesine olanak vermiştir. Örneğin güçlü toplarla feodal senyörlerin şatolarını tehdit etmek ve onlara baş eğdirmek mümkün hale gelmiştir. Neticede senyörler zamanla kralın çevresinde toplanmayı ve onun hima- yesinde yüksek memuriyetlerde bulunmayı çıkarlarına daha uygun görmeye başlamışlardır. Böylece kurulan milli devletler Papa’nın dünyevi iktidarına da karşı çıkmaya başlamışlar ve neticede kralın sınırsız iktidarı giderek pekişmiş, mutlaklaşmıştır.

XVI. yüzyıldan itibaren Kilisenin iktidarı, Hıristiyanlık içinde de sorgulanmaya başlamıştır. Kilisenin kurduğu hiyerarşik düzene yöneltilen eleştiriler, Hıristiyanlık içinde yeni bir akımın doğmasına yol açmıştır. Hıristiyanlığın kaynağına dönmeyi savunan ve Protestanlık adı verilen bu akımın en önemli öncüleri arasında Alman Martin Luther (1483-1546) ve Fransız Jean Calvin (1509-1564) sayılabilir. Bu isimler Papaya baş kaldırmışlar ve Hıristiyanlık içinde bir reform yapılması gereğini savunmuşlardır. Dini alanda bireyin özgürlüğünü savunan Protestan düşünür ve ilahiyatçılar, toplumsal ve siyasal alanda ise herhangi bir özgürlük talebinde bulunmamışlardır. Kilisenin (Papa’nın) iktidarına vurulan bu darbe sonuçta dünyevi iktidarın (kralların) büs- bütün rakipsiz kalması sonucunu doğurmuştur.

Dini alanda devrimci olan Luther, siyasi alanda son derece muhafazakârdır. Siyasi iktidara başkal- dırmak - hükümdar zalim bile olsa – ona göre yanlıştır. Luthere göre, hükümdara baş kaldırmak Tanrı’ya başkaldırmakla aynı anlama gelir. Zira Tanrı, bazılarına yönetici olma ayrıcalığı vermiştir. Tanrının yönetme ayrıcalığı bahşettiği kişi adaletsiz, kötü ve hatta zalim olabilir. Her durumda, Tanrı’nın verdiği hükme razı olmak gerekir, çünkü o yanılmış olamaz.

Benzer bir yaklaşım Calvin’in düşüncelerinde de karşımıza çıkar: Ona göre, tiranlık bile olsa siyasi ikti-
dara itaat etmek, boyun eğmek gerekir.

Protestanlık düşüncesi burjuvazinin/kapitalizmin gelişiminde önemli bir etken olmuştur. XIX. yüzyılda


sosyolojinin kurucu babalarından Max Weber, Protestanlık ile kapitalizmin gelişimi arasındaki ilişkiye işaret etmiştir. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eserinde Weber, Protestanlık düşüncesinin temel ni- teliklerinin kapitalizmin doğuş ve gelişimine imkân verdiğini ileri sürmüştür. Protestanlığa göre insanların kurtuluşu, bu dünyada Tanrı adına çok çalışmalarıyla mümkündür. Protestanlığa göre insanlar yeryüzünde Tanrı’nın krallığını kurmakla yükümlüdürler. Bunu sağlayabilmeleri için Tanrı insanlardan, çok çalışmala- rını, fazla üretmelerini, tutumlu olmalarını, lüks yaşamdan kaçınmalarını beklemektedir. Webere göre çok çalışma/üretme ve tutumlu olma/biriktirme, kapitalizmin Batı Avrupada gelişip serpilmesi için gerekli ortamı hazırlamıştır.




Niccolo Machiavelli: Etik ve Siyaset

Niccolo Machiavelli (1469-1527) Floransalı bir düşünürdür. 1498-1512 yılları arasında Floransa Cumhuri- yeti’nin hizmetinde çalışmıştır. 1512de Medecislerin iktidara gelmesiyle işine son verilince, Machiavelli ken- dini siyasi yazarlığa vermiştir. Amacı sadece düşünsel eserler vermek değil ayrıca yeni iktidarın beğenisini kazanmaktır. Bu amaçla, Prens ve Titus Livius’un İlk On Bölümü Üzerine Söylevler adlı ünlü eserlerini yaz- mıştır.

Machiavelli’nin yaşadığı dönemde Fransa, İngiltere ve İspanyada merkezi krallıklar kurulmuştur. Roma İmparatorluğu’nun çökmesiyle irili ufaklı birçok devletin ortaya çıktığı İtalya ise hâlâ siyasi birlikten yoksun- dur. İtalyan birliği (Risorgimento, yani yeniden doğuş, diriliş) ancak XIX. yüzyılda gerçekleşebilmiştir. O tarihe kadar İtalya sadece coğrafi bir bölgeyi ifade etmekteydi, siyasi bir birlik anlamına gelmiyordu. Machiavel- li’nin yaşadığı XV. ve XVI. yüzyıllarda – ve sonrasında – İtalyada Papa’nın yönetimindeki toprakların dışın- da ayrıca kuzeyde Yunan site-devletlerini andıran devletçikler bulunmaktaydı. Venedik, Milano ve Floransa bunlardan en önemlileridir.

Machiavelliye göre İtalya’nın coğrafi bir terim olmaktan çıkıp siyasi bir birlik anlamı taşımasının zamanı gelmiştir. Bu birliği ancak bir hükümdar (prens) sağlayabilir. Bu öyle bir prens olmalı ki amaca varmak için her türlü aracı meşru saysın, onu hiçbir ahlaki kural durdurmasın. Machiavelli çizdiği prens figürüyle, hem İlk Çağ hem de Hıristiyan Orta Çağ düşüncesiyle hesaplaşmaya girmiştir. Eflatun, Aristo, Stoacılar ve Hıristi- yan düşünürler için devletin amacı etiktir, ahlakidir. Söz konusu İlk çağ düşünürlerine göre devlet insanı iyi- ye, erdemli bir yaşama yöneltmelidir; Hıristiyan filozoflara göre ise sonsuz kurtuluşun eşiğine ulaştırmalıdır.

Machiavelli ise devletle ilgili bu tür anlayışlara karşı çıkmıştır. Sofistlerden sonra ilk kez o, siyaset (veya iktidarın kullanımı) ile ahlakın birbirinden ayrı şeyler olduğunu ylemiştir. Bu ikisinin (siyaset-ahlak) birbi- rine karıştırılmasının bir fayda sağlamayacağını ileri sürmüştür. Tarih boyunca yöneticilerin sözleriyle uygu- lamalarının örtüşmemesi aslında fiili olarak sıkça rastlanan bir durumdur. Machiavelli işte bu gerçeği yalın bir şekilde gözler önüne sermeyi amaçlamıştır. İtalyan düşünür, siyasi konuları, ahlaki, metafizik ve dini ilkelerden soyutlayarak, bunlardan bağımsız bir şekilde ele alması nedeniyle siyasi düşünce tarihine önemli bir yenilik getirmiştir.

Prens adlı eserinde Machiavelli her toplumda iki farklı mizaç olduğunu ileri sürer: Biri halkınki, diğeri ise büyük olanların mizacı. Ne var ki halk büyüklerin emri ve baskısı altında olmak istemezken, büyükler ise halka komut vermek ve onu baskı altında tutmak ister. Savunduğu bu düşünceyle Machiavelli, toplumsal bölünmüşlüğün gerçekte toplumların vazgeçilmez ve önlenemez bir niteliği olduğunu belirtmek istemiştir. İşte bu tespit, Machiavelliyi modern anlamda siyaseti kavrayan ve anlayabilen bir düşünür olarak karşımıza çıkarıyor. Siyasetin oluşmasına yol açan işte bu bölünmüşlük, bu ikilik, diğer bir ifadeyle – ileriki dersleri- mizde göreceğimiz Marx’ın ifadesiyle sınıf mücadelesidir. Bu ikilik olmazsa toplum olmayacak, dolayısıyla siyaset de olmayacaktır.

Machiavelliye göre siyasal iktidarın görevi, bu ikiliği gidermek veya çözmek değildir. Siyasetin tek fonk-
siyonu, kendisiyle tümüyle barışık (çatışma olmayan) bir toplumun tesisi değildir. Çünkü yle çatışmasız
bir toplum, siyasetin var olma nedenini ortadan kaldırmakla kalmaz aynı zamanda kendini de yok etmiş


olur. O halde siyasetin amacı, toplumda önlenemez ve vazgeçilmesi mümkün olmayan bölünmüşlüğü ve çatışmayı yönetmektir.

Machiavelli bir Rönesans düşünürdür. Dolayısıyla Machiavelliyi anlamaya çalışırken, İtalya’nın içinde bulunduğu siyasi durum (parçalanmışlık) kadar, yaşadığı dönemde Avrupada ortaya çıkan köklü düşünsel değişim de hesaba katılmalıdır. Bu dönemde Orta Çağ Hıristiyan düşüncesi eski önemini yitirmeye başlamış, eleştirel düşünce boy atmış, birey fikri gelişmeye başlamıştır.

Machiavelli Prens adlı eserinde, İtalyan birliğini kuracağını hayal/ümit ettiği prense, devlet yönetimi konusunda öğütler verir. İktidarı miras yoluyla değil kendi gücüyle ele geçiren bir prens, hükümdar adayı nasıl davranmalıdır? Machiavelli bu varsayımdan hareket ederek hükümdara kuvvetli, yırtıcı, kurnaz ve hat- ta ikiyüzlü olması tavsiyesinde bulunuyor. Machiavelli’nin “siyasi ikiyüzlülük” dediği tavır, günümüz mo- dern siyaset jargonunda “siyasi propaganda” olarak anlaşılabilir. Machiavelli propagandayı siyasi iktidarın temel unsurlarından biri olarak değerlendirmektedir. Ona göre kuvvet kullanmadan iktidar yolunun açılması mümkün olmadığından prens, savaş sanatını da çok iyi bilmek durumundadır.

Machiavelli insan tabiatı konusunda karamsardır. İnsan, tabiatı gereği kötü, bencil, korkak ve ikiyüz- lüdür. İşte bu nedenle devlet yönetiminde gerekirse baskıcı, acımasız hatta kan dökücü de olunabilir. Fakat acımasızlık ile şefkat arasında iyi bir denge sağlanmalıdır. Sürekli acımasız ve kan dökücü olmak prensin sonunu hazırlayabilir. Machiavelliye göre insan korktuğuna, sevdiğinden daha fazla hizmet eder. Prens hem sevilir hem korkulur olmalıdır; ama korkulur olması, sevilir olmasından daha iyidir.

Prens, savaşta olduğu kadar barışta da becerikli olmalıdır. Devletlerarası antlaşmaları hazırlar ve uygu- larken tilki gibi kurnaz olmak gerekir. Antlaşmalar bazen çiğnenmek üzere yapılır. Prens, ahlaki kurallarla kendini bağlamadığı gibi milletlerarası hukukla da kendini sınırlandırmamalıdır. Böylece Machiavelli, milletlerarası hukukun en önemli ilkelerinden olan Pacta sunt servanda (ahde vefa) ilkesini hiçe saymayı önermektedir.

Machiavelli tüm bu fikirleri, İtalyan birliğinin sağlanabilmesi için ileri sürmüştür. Onun en temel amacı, İtalya’nın sadece coğrafi bir bölgeyi ifade eden bir adlandırma olmaktan çıkıp siyasi bir birlik haline gelmesi, diğer bir ifadeyle gecikmiş İtalyan birliğinin sağlanmasıdır. Ne var ki Makyavelizm, siyasi düşünce tarihine ve siyaset literatürüne “amaca ulaşmak için her yol ve araç mübahtır, meşrudur” yaklaşımını dile getiren ge- nel bir kavram olarak geçmiştir.




Thomas Hobbes: Toplum Sözleşmesi Kavramının Doğuşu

İngiliz düşünür Thomas Hobbes (1588-1679) burjuva devrimlerinin hazırlık/gelişme çağında karşımı- za çıkan önemli isimlerden biridir. Hobbes’un yaşadığı dönemde Katolik İspanya Kralı II. Philippe, Kilise- nin “sapık” ilan ettiği bir mezhebin (Anglikanizm) takipçisi olan Elizabeth’in hüküm sürdüğü İngiltereyi işgal etmeye hazırlanıyordu. İspanya amacına ulaşamadı ama ülkesinin işgale uğrama tehlikesi Hobbes’un düşüncelerini derinden etkiledi.

Hobbes’u siyasi düşünceler tarihinin önemli bir figürü kılan 1651de Londrada basılan Leviathan adlı eseridir. Bu kitap, ismini İncilde bahsi geçen bir ejderhadan almaktadır. Leviathan, yeryüzünde kimsenin güç yetiremeyeceği bir canavarın adıdır.

Hobbes’u böyle bir kitap yazmaya iten neden, İngilterede büyük bir siyasi karışıklık sürerken (dolayısıy- la dış tehditlere açıkken) ve Avrupa din savaşlarıyla sarsılırken kralın yetkilerinin sınırlandırılması tartışma- larının yapılıyor olmasıdır. Hobbes, ülkesinin ve Avrupa’nın yaşadığı bu genel kargaşa döneminde, karalın yetkilerin sınırlandırılmasının tehlikeli sonuçlar doğuracağına inanmaktaydı.

Burjuva devrimlerinin arifesinde, Hobbes burjuvazinin tarafında yer almamıştır. Bilakis, mutlak iktida-
sağlam temellere oturtmaya gayret etmiştir. Hobbesa göre mutlak iktidar, kralın Tanrıdan aldığı yetkiye


değil bireylerin çıkarlarına dayanmalıdır. Leviathan, dev ve yapay bir insandır. Bu yapay yaratık, devletin ta kendisidir. Hobbes’un Leviathan adını verdiği bu dev insan, yani devlet, insanları korusun diye bizzat insan- lar tarafından kendi aralarında yaptıkları bir sözleşme ile yaratılmıştır.

Hobbes’un, devletle ilgili düşüncelerinin hareket noktası “doğal yaşam”dır. Ona göre insanların doğal yaşam sürdükleri devletin olmadığı – dönem altın bir çağ olmaktan uzaktır. Tam tersine, devletin henüz olmadığı bu dönemde insanlar cehennem hayatı yaşamaktaydılar. İnsanların eşit ve sınırsız özgür oldukları doğal yaşam koşullarında “İnsan insanın kurdudur” (Homo homini lupus) sözü haklılık kazanmaktadır. İnsan- ların sürekli bir şekilde birbirlerinden korktukları yle bir durumda uygarlığın ilerlemesi beklenemez. Hob- besa göre, insanların birbirini ezdiği bu cehennem hayatına son vermek için bir sözleşme (kontrat) yapmak gerekmiştir. Bu sözleşmeyle insanlar, önceden sahip oldukları sınırsız özgürlüklerine son vermişler; kendile- rini temsil edecek ve yönetecek dev insanı (devlet) yaratmışlardır.

İnsanların yarattığı bu yüce egemen güç (Leviathan yani devlet), insanların kendi aralarında yaptıkla- rı sözleşmeyle hiçbir şekilde bağlı değildir. Çünkü insanlar doğal yaşam halindeyken sahip oldukları tüm hakları barışa kavuşmak üzere bu egemen güce yani devlete devretmişlerdir. Egemen güç, Hobbesa göre monarktır (kral) ve o, yapılan sözleşmenin taraflarından biri değildir. Bu nedenlerdir ki son derece geniş yet- kilerle donanmış olmasına rağmen Leviathan’ın topluma karşı hiçbir yükümlülüğü yoktur.

Hobbes’un bu düşüncelerinden çıkan sonuç şudur: Hukukun tek bir kaynağı vardır ve o kaynak Levi- athan’ın yani devletin iradesidir. Dolayısıyla, İngiliz düşünüre göre doğru ile yanlışın ne olduğuna karar ve- recek olan da monark ya da daha genel bir ifadeyle devlettir. Zira insanlar bu yetkiyi yaptıkları sözleşmeyle Leviathana devretmişlerdir.

Hobbesa göre, mülkiyet de insanların ortak iradeleriyle yaratılan egemen gücün mutlak denetiminde olmalıdır. Doğal yaşam koşullarında herkesin her şey üzerinde hak iddia etme durumu söz konuydu. Fakat neticede kuvvetli olan istediğine sahip olabiliyordu. Devletin yaratılmasıyla, mülkiyet güvenlik altına alın- mıştır. Devlet, gerekli gördüğü veya dilediği zaman mülkiyeti yeniden düzenleme hakkına sahiptir. Hobbesa göre devletsiz özel mülkiyetin bir anlamı yoktur.

Hobbes, aynı mantık zincirinin devamı olarak din konusunda da devleti merkeze almıştır. Ona göre insanlar iki efendiye birden hizmet edemezler. Bu noktada Hobbes, Katolikliğin ortaya koyduğu düalizmi (ikicilik) reddeder; ruhani (Papa) ve dünyevi (Kral) liderlik ayrımına karşı çıkar. İç barışı sağlayabilmek için egemen gücün, ruhani (dini) ve cismani (dünyevi) iktidarı tek elde toplaması gerektiğine inanır.

Hobbes’un yönetim biçimleri arasında monarşiyi tercih ettiği açık. Fakat onun savunduğu monarşide, monark (kral) gücünü tanrıdan değil toplumdan alır. Hobbes’un mutlak monarşiyi savunmasındaki neden, bireyin güven ve mutluluğunun sağlanmasıdır.

Hobbes her ne kadar monarşinin yılmaz bir savunucusu olsa da, onun düşüncelerinin gelişiminde yeni yeni gelişen bir toplumsal sınıfın yani burjuvazinin dolay da olsa etkilerini görmek mümkündür. Sonuçta Hobbes öngörmese de toplum sözleşmesi ileriki dönemlerde burjuvazinin çıkarlarına hizmet edecektir.


2 yorum:

  1. Titanium Wallet | Shop Online For Men | TITNA.com
    Looking for men in the world titanium grades who are ford escape titanium for sale able to snow peak titanium flask use their mobile wallets? At TITNA.com you can titanium iv chloride make the most of your online shopping experience at your  Rating: ffxiv titanium nugget 4.6 · ‎4 votes

    YanıtlaSil